27 Kasım 2007 Salı

Sualtından Görüntüler



Dalgıçlık Nedir, Nasıl Dalgıç Olunur?


Dalışa nasıl başlayabilirim?

Eğer en az 14 yaşında ve sağlıklı bir kişi iseniz dalışa isterseniz hemen başlayabilirsiniz. Bu şartları sağlıyorsanız öncelikli olarak Türkiye Sualtı Federasyonunun onay verdiği bir Yetkili Dalış Merkezi' ne gidip başvuruda bulunmanız ve sağlığınız açısından bir sorununuz'un olmadığını ve başınıza gelebilecek hertürlü sağlık sorunlarını bu nedenle önceden kabul ettiğinizi belirten bir belgeyi imzalamak olacaktır. Ayrıca dalış sporuna başlayabilmeniz için çok iyi bir yüzücü olmanız gerekmez, su üzerinde durmayı bilmeniz yeterlidir.

Dalışa başlamak için ne tür malzemelere ihtiyacım var?

Dalışa başlamak için sadece mayonuzu alıp gitmeniz yeterlidir. Kurs başladığı zaman yetkili dalış merkezi sizlere yön gösterecektir. Dalış esnasında size gerekecek tüm malzemeyi dalışa beraber katıldığınız yetkili dalış okulu temin edecektir. Tabi tecrübe kazandıkça hangi malzemeleri satın alacağınızı kendiniz daha iyi belirleyeceksiniz. Ancak benim tavsiyem ilk etapda dalışın ABC' si değimiz Maske, Şnorkel ve palet almanızdır. tabi bunlara da gerek yok aslında çünkü dalış yapmak için gittiğin ekibin teknesinde tüm ekipmanları kiralayabiliyorsunuz (Tüp, dalış elbisesi, bc'denge yeleği', ağırlık, regülatör'ahtapot') Ama ABC olarak tabir ettiğimiz şey sizin için en önemlisidir, çünkü bunların size göre olması, maskenin ve paletin yüzüne uyması gerekir, aksi halde sualtında çok güç anlar yaşarsınız.

Dalgıçlar içinde derecelendirme var mıdır?

Evet, dalgıçlar kendi içinde 2 gruba ayrılır: Eğitmen ve dalıcı. Eğitmenler bu işi profesyonel olarak yapan kişilerdir, dalıcılar ise amatör olark ilgilenirler.

Sırasıyla dalıcılar 1 - 2 - 3 yıldız , Eğitmenler ise 1 -2 - 3 yıldız olarak belirlenmiştir. Seviyeler ise birbirini takip eder, yani en alttan en üst seviyeye çıkmak sizin dalış sayınıza ve kabiliyetinize kalmış birşeydir. 1 yıdız dalıcı dan 2 yıldız dalıcı seviyesine çıkabilmeniz için 20 dalış, 2 yıldız dalıcıdan 3 yıldız dalıcıya çıkabilmeniz için 70 dalış yapmış olmanız gerekir, tabi dereceler arttıkça dalış sayılarınızın artması da gerekir.

En fazla kaç metreye dalabilirim?

Sportif dalış limiti 30 metredir. Başlangıç kursunu (PADI veya CMAS) bitirmiş bir kişi max. 18 metreye inebilir.

Dalış tüpünün içine ne var, ve tüp en fazla ne kadar dayanır?

Tüplerin içinde şu anda solumakta olduğunuz hava vardır. Soluduğumuz hava %21 oksijen ve %79 azot içerir. tüpteki havanın en fazla ne kadar dayanacağına ilişkin sorunun tek bir cevabı yoktur. Ne kadar derine dalış yapılırsa o kadar fazla hava harcanır. Ayrıca dalıcının tecrübesi ve dalış koşulları da bu süreyi etkiler.

Tüplü dalış tehlikeli midir, Sualtında tehlikeli canlılar var mıdır?

İstatistikler tüplü dalışın yüzmeden daha güvenli olduğunu göstermektedir. Fakat aynı araba kullanmak gibi öğrenilmesi gereken kurallar vardır. Kuralları izlediğiniz ve limitlerinize uyduğunuz sürece son derece güvenlidir. Sualtı canlıları siz onları rahatsız etmediğiniz sürece size zarar vermezler.

Vurgun yer miyim?

Dekomprasyon hastalığı yani halk arasında vurdugun olarak tabir edilen olay öyle sandığın kadar korkulacak ve sık ratlanan bir durum değildir, en azından dalgıçlar için...

Kurallara uyduğunuz ve limitlerinizi bildiğiniz sürece dekompresyon hastalığı riski çok azdır. Çünkü dalgıçlar bu konuda eğitim alıyorlar ve bu dekomprasyon hastalığına yakalanma riskleri oldukça küçük bir ihtimal, haa.. olmaz mı olur tabi, ne zamanlar olur peki bu; mesela sualtında dolaşırken aniden yukarı çıkış yaparsanız, çünkü normalde su altında her 5 metrede bir bekleme süresi vardır, -bu biraz geniş bir konu- bu bekleme süreleri derinliğe göre azalır yada artar, eğer sen bu metrelerde bekleme sürelerini gerçekleştirmezsen vurgun yersiniz...

Onun haricinde 24 saat öncesinden alkollü bir içki içip dalış yaparsanız yine vurgun yersiniz, çünkü bu sefer normal dalış esnasında harcayacağın azotun çok daha fazlası vücudunda olur ve neredeyse 5 metrede bile vurgun yeme durumu ortaya çıkar. Kurallara uyduğunuz ve limitlerinizi bildiğiniz sürece dekompresyon hastalığı riski çok azdır.

forum.turksportal.net

Sea Dragon


Seahorses are a genus of fish belonging to the family Syngnathidae, which also includes pipefish and leafy sea dragons. The seahorses are found in tropical and subtropical coastal and reef waters all over Pacific, Atlantic and Indian oceans.

Seahorses range in size from 16 mm (the recently discovered Hippocampus denise) to 35 cm. Seahorses and pipefishes are notable for being the only species in which males become "pregnant".
The seahorse has a dorsal fin located on the lower body and pectoral fins located on the head near their gills. Some species of seahorse are partly transparent and are rarely seen in pictures.

Sea dragons are close relatives of seahorses but have bigger bodies and leaf-like appendages which enable them to hide among floating seaweed or kelp beds. Seahorses and sea dragons feed on larval fishes and amphipods, such as small shrimp-like crustaceans called mysids ("sea lice"), sucking up their prey with their small mouths. Many of these amphipods feed on red algae that thrives in the shade of the kelp forests where the sea dragons live.

25 Kasım 2007 Pazar

Serbest Dalış Rekorları

Devrim Cenk Ulusoy Serbest Dalış Küp Apnea 152.95 (Dünya Rekoru) - 3. Serbest Dalış Dünya Şampiyonası Ekim 2006
Devrim Cenk Ulusoy Serbest Dalış Dinamik Apnea 184.11 - 3. Serbest Dalış Dünya Şampiyonası Ekim 2006
Devrim Cenk Ulusoy Erkekler Uluslararasi/CMAS Jump Blue/Kup Apnea 2004 120.88 metre
Devrim Cenk Ulusoy Erkekler TSSF Dinamik Apnea 2005 164.3 metre
Derya Can Bayanlar Ulusal/TSSF Dinamik Apnea 2005 114.65 metre

STATİK APNEA ERKEK "ÖMER FARUK USTA" ( 5,30 DK.) 1999 KAŞ /ANTALYA

STATİK APNEA BAYAN "YASEMİN DALKILIÇ" (4,45 DK )1999 KAŞ /ANTALYA
SABİT AĞIRLIK ERKEK "SERTAN AYDIN" (51 M.) 2001 BODRUM/MUĞLA
SABİT AĞIRLIK BAYAN "YASEMİN DALKILIÇ" ( 46 M.) 1999 HURGHODA/MISIR
DİNAMİK APNEA DENİZ ERKEK "C.DEVRİM ULUSOY" (114 M.) BODRUM/MUĞLA 2003
DİNAMİK APNEA DENİZ BAYAN "DERYA CAN" (84 M.)BODRUM/MUĞLA 2003
DİNAMİK APNEA BAYAN "DERYA CAN" (94,13 M.) 2004 FETHİYE/MUĞLA
DİNAMİK APNEA ERKEK "CENK DEVRİM ULUSOY" (111,75 M.) 2004 FETHİYE/MUĞLA
KÜP APNEA BAYAN "DERYA CAN" (95,5 M.) 2004 FETHİYE/MUĞLA
KÜP APNEA ERKEK "CENK DEVRİM ULUSOY" (120 M.) 2004 FETHİYE/MUĞLA

KAYNAK ; www.tssf.gov.tr

14 Kasım 2007 Çarşamba

Octopus Burryi


Latince adı: Octopus Burryi
Genel adı: Caribbean Armstripe octopus, Brownstripe Octopus
Kökeni: Karayipler
Yiyeceği: Kabuklular, Küçük balıklar

Nautilus Pompilius


Latince adı: Nautilus pompilius
Genel adı: Nautilus pompilius
Kökeni: Endonezya
Yiyeceği: Karidesler, Balıklar, Canlı yem

Karanlık Dünyanın Esrarengiz Canlıları: Derin Deniz Balıkları

Bilim adamları 19 yüzyılda Ay kadar esrarengiz ve gizemli olan denizin derinliklerini keşfetmeyi arzu ediyorlardı. Denizler ve okyanuslar... Yeryüzünün üçte ikisini oluşturan engin sular... Henüz insanoğlunun, karalardaki gibi müdahale edemediği, ulaşamadığı pek çok sırlarla dolu bir ortam.

19. yüzyılın sonlarına kadar bilimadamları, bu şartlar altında hiçbir canlının hayat sürebileceğine inanmıyorlardı. Fakat teknolojideki ilerlemeler sonucu geliştirilen deniz kameraları ile 600 metreden 10 000 metreye kadar derinlerdeki canlıları inceleme fırsatı bulmuşlardı. Bu araçlardandan biri olan “Trieste” 10 bin metrede ancak 10 dakika kalabilmiştir. Derinsu kameraları ile denizin derinlikleri yavaş yavaş keşfedilmeye başlanmış ve dünyanın en acımasız karanlık ve soğuk bölgesinde de ilginç şekilli derin deniz canlılarının yaşadığı tespit edilmiştir. Bu canlılar ağlara takılmadığı için, insanlar onları yakından tanıma fırsatını yakalayamamışlardı. 4500 metre derinlikte o ana kadar hiç kimsenin görmediği ilginç balıkları ve yaşamlarını incelemeye başlayan bilimadamlarının hayretleri, araştırmalar ilerledikçe daha da artmıştı.

Derin deniz balıklarının yaşadıkları bölgeler, keskin soğuğun, ezici basıncın, daimi karanlığın ve öldürücü kıtlığın hüküm sürdüğü yerlerdir. Burada ilginç şekilli canlılar yaşar. Burada canlıların vücut yapıları basıncın etkisini en aza indirecek şekildedir. Bu derinliklerde sonsuz bir karanlık hakimdir. Sıcaklık 1-2°C civarında ve santimetre kare başına düşen basınç 1 tonun üzerindedir. Diğer bir ifadeyle burası, okyanusların hayat şartları bakımından en elverişsiz ortamı olmasına rağmen, hala buralarda yaşamlarını sürdüren canlılar bulunmaktadır. Günümüzde dalgıçlar, basıncın etkisinden korucuyu aletler olmadan, ancak 120 metreye kadar dalabilmektedir. 11 000 metre derinlikte yaşayan dip balıklarının bu müthiş basınca nasıl dayandıkları halen keşfedilememiştir.

Denizlerin derin olarak vasıflandırabileceğimiz kısımları 900 metreden aşağıda kalan soğuk ve ışıksız bölgelerdir. Bu bölgelerde balıklarda görme kuvvetli değildir. Bunun yerine çok ileri seviyede koku alma ve radar sistemleri vardır. Bu derinliklerde yaşayan hayvanların etraflarında bitki ve başka cins hayvan yok denecek kadar az olduğundan, ne ile beslendikleri bilim adamları tarafından uzun süre anlaşılamamıştır.

Binlerce metre yukarıda ölen hayvanların artıkları denizin dibine çökerken, basınçtan dolayı çok küçük parçacıklara ayrılarak su dibindeki hayvancıkların ayaklarına kadar gelmektedir. Derinliklerdeki dip balıklarının tek problemi gıda temini değildir. Aynı zamanda basınç, karanlık, soğuk ve kendilerinden büyük predatör balıklar da onlar için problem teşkil etmektedir.

Binlerce metre derinlikteki çok büyük basınca karşı koyabilen fener balıklarının dayanıklı vücut yapıları ve karanlık diplerde avlanmaya yarayan fenerleriyle denizaltı mühendislerini hayrete düşürmektedir. Derin deniz balıklarının şekilleri yüksek basınçtan dolayı bozuk görünümlüdür. Gıda azlığından dolayı kaslar zayıflamış, etleri ise neredeyse yoktur. Gözler besin bulmak için oldukça büyüktür. Ilk karşılaştığı avını kaçırmamak zorunda olan derin deniz balıklarının ağızlarındaki dişler engerek yılanında olduğu gibi uzun ve sivridir. Av azlığından dolayı, türler birbirine zaman zaman misafir değil, av olabilmektedir. Su sathından gelen gıda parçacıkları yeterli olmadığından, dişi fener balığı, başının üzerindeki lambasını ağzının önünde oynatarak küçük balıkları bununla cezbeder.

Dip balıkları karanlığa karşı fenerlerle donatılmışlardır. Statik elektrik ve fosforesans sayesinde bu balıkların vücudunda birçok parlak ışıklı bölge vardır. Fakat bunlar bu ışıklı organlarını yollarını bulmaktan çok, avlanmak için kullanırlar. Avlarını kendilerine çekmek için ışıklarını yakıp söndürürler. Vücudundaki ışıkları sayesinde yaklaşan balığın dost veya düşman olduğu anlaşılır. Uzaktan sadece ışıkları görülür. Balıklar bu ışıklar sayesinde birbirlerini tanıyabilirler.

Resimdeki balık, derin denizlerde yaşayan bir yılan balığı çeşididir ve kendisinden büyük balıkları yutabilir. Uzun keskin dişleri, koca ağzı ve kuvvetli çeneleri ile avın kurtulması imkansız gibidir. Bu balıklar kapabildikleri her şeyi yutarlar, diğer zamanlarda aç gezerler. Bu yılan balıkları büyük avları temin edebilmek için çok esnek bir çene ve elastiki bir mideye sahiptirler. Ne kadar büyük bir avla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, bu avı yiyebilirler.

Derin denizlerin garip dünyasında bir çok erkek hayvan türü cüceleşmiştir. Öyle ki bazıları dişilerinin onda biri büyüklüğündedir. Bazı fener balığı türleri arasındaki küçük erkek hayvanlar dişilerinin bir parçası haline gelmişlerdir. Dişinin derisine ağzı ile yapışan hayvanın avlanmasına gerek kalmamaktadır. Bunun yerine gıdasını dişisiyle paylaştığı kanından emerek sağlar. Onun görevi sadece dişinin yumurtalarını döllemektir. Bu az nüfuslu yerde, erkeklerin nesillerini devam ettirmek için yapacakları tek şey ilk buldukları dişiye yapışmak ve gitmesine hiçbir zaman müsaade etmemektir.

Kaynaklar

- Prof. Dr. Remzi Geldiay, Ekoloji Ders Notları, EÜ Fen Fak., Izmir.

- S. Preen (1986): The life in the dark-London.

- Science Digest (1990): The waters of life, pp 47-48.

11 Kasım 2007 Pazar

Terimler

Sancak: Teknemizin başına doğru bakarken sağ tarafına verilen isimdir.
İskele:Yine teknemizin başına doğru bakarken sol kısmına verilen isimdir.
Pruva:Teknemizin ön kısmıdır.
Kıç:Teknemizin arka kısmıdır.
Gövde:Teknemizin gövdesidir.
Küpeçte:Teknenin en üst kısmıdır.Küpeçtede oturulur.
Borda:Teknemizin suyun üzerinde kalan kısmıdır.
Kemere:Teknemizin ortasırı. Teknenin genişliği kemereden ölçülmelidir.
Karina:Teknemizin alt kısmıdır.
Alabanda:Teknemizin su kesiminden yukarıda olan iç kısmıdır.
Sintine:Teknemizin su kesiminden aşağıda olan iç kısmıdır.

8 Kasım 2007 Perşembe

Büyüklere Oyuncaklar


Ortaköy'de, denize karşı açmıştı gözünü. Kısa pantolonla gezdiği yıllarda, evde bir köşede duran dürbün, en yakın arkadaşı olmuştu. Saatlerce bıkıp usanmadan tam karşılarına demirleyen o kocaman gemileri seyrediyordu, ikinci Dünya Savaşı yıllarında Ortaköy'e demirleyen iki büyük Romen gemisi ve diğerleri hep onun göz hapsindeydi. Bayramlarda ise okulla birlikte gidiyorlardı Yavuz zırhlısını ve diğer donanma gemilerini görmeye... İlkokula henüz başladığında gezdiği ABD bandıralı Missouri zırhlısı ise rüyalarına girmeyi başardı. Büyüklüğü, görkemi, kâğıt bardakları... Diğerlerinden çok farklı ve büyüleyiciydi...

10 yaşlarına geldiğinde, ahşaptan yapıp bez yelkenliler diktiği ve denizde yüzdürdüğü yelkenlileri beğenmiyordu artık. Bir arkadaşıyla birlikte yıllardır seyrettiği o gemilerden yapmaya koyuldu. Önce mahalle manavından limon sandıkları tedarik edildi, sonra bahçede tersane kuruldu ve hummalı bir faaliyet başladı. Birkaç gün içinde ikisinin de içine sığabileceği büyüklükteki geminin inşası bitmişti. Amerika'ya gideceklerdi...


Gidemediler... Gemi su alıyordu; delik deşikti... Hayal kırıklıkları anlatılamayacak kadar büyüktü...

Üç Tahta Parçası!
Zaman içerisinde meslek lisesini bitirdi ve iş hayatına atıldı. Çalıştığı kurumlar hiç denizle ya da gemiyle ilgili olmadı. O da denizi ve gemileri dost sohbetlerinde aradı. Deniz albayı bacanağın anıları, gemilerde sağlık memuru olarak çalışan hala oğlunun sohbeti, Japonya'da gemi inşa eden akrabanın hikâyeleri... Bu yıllar içerisinde ABD'den Irak'a, İsrail'den İtalya'ya çok da seyahat etti. Seyahatlerde öncelikli ulaşım aracı hep gemi oldu.


1974'te ise hâlâ göz pınarlarını yaşla dolduran bir olaya tanık oldu. Yavuz zırhlısının jilet yapılmak üzere sökülüşünü saatler boyu ağlayarak izledi. Ve anı olarak üç tahta parçası aldı Yavuz'dan...
Ercan Küçüktaş, bugün 63 yaşında. Üç yıl önce, yani 60'ında emekli oldu. Emeklilik sonrası düşlerini gemi onarımı süslüyordu ama daha zor bir işe soyundu. Küçüktaş, üç yıldır birbirinden güzel, her bir parçası kendi el emeğinin ürünü olan maket gemiler yapıyor.

Gülnihal, Gülcemal
Çocukluk anılarında hep gemiler var. Eski gemileri anlatırken, bakışları sıcaklaşıyor Ercan Küçüktaş'ın. "Hepsini gördüm, hepsine yaşım yetti" diyor. Türk denizciliğinin dönüm noktası kabul edilen Buğu (Buğ diye de bilinir), karanlığın içinde gülümseyen Ambrose, sessiz saray güzeli Gülnihal, yüzer sergi Karadeniz, talihsiz kardeşler Ödemiş ve Edirne, masal gemisi Gülcemal... "Onlar" diyor, "çok güzeldi. Kömürlüydü hepsi. Kuruçeşme'deki Galatasaray Adası kömür dolu olurdu hep. Gemilere kömür ikmali oradan yapılırdı. Bazen kıyıdan akıntıya bırakırdık kendimizi. Yüzer, gemilere yakından bakar ve dönerdik..."


Maketçilik hikâyesi ise şöyle başlamış Küçüktaş'ın: "Üç yıl önce, bir arkadaşımın ayakkabı kalıbı yapan atölyesine gidip ıhlamur ağacı istedim. Ve 15 gün içerisinde, filikası, dümeni, ağı, çapası, cankurtaran simitleri, yani her bir ayrıntısı el emeğim olan bir gemi yaptım. İlk gemimdi, bir isim bile koymadım..."

Aile efradının teşvikiyle, üç yılda gemi sayısı 11'e yükselmiş.

1916, İngiliz yapımı bir açıkdeniz römorkörü olan Joffre, Kristof Kolomb'un amiral gemisi Santa Maria (bunun daha sonra yine Kolomb'un Pinta'sı olduğu anlaşılmış), 1950'li yılların bir şilep örneği olan, anne ve babasının doğum yeri olduğu için adı verilen Kemah, 1898'de Danimarka'da inşa edilen ve I. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale Boğazı'ndan çıkamayınca Osmanlı'nın el koyduğu, Kurtuluş Savaşı sırasında boyundan büyük işler yapan Alemdar, ailenin soyadını taşıyan Küçüktaş, Karadeniz'de imal edilen yük gemisi Karadeniz Takası, Bodrum teknelerinden esinlenilen Mavi Yelkenli, iç deniz ve göl kotrası olan Beyaz Yelkenli, tik kotra örneği olan Kotra, ilk yaptığı isimsiz ve yeni bitirdiği Salih Reis... Her birinin içine yapıldığı döneme ait madeni paralar ve tarihe bırakılan bir mektup koymuş: "Bu mektubu okuduğunuzda ben aranızda olmayacağım..."

Ve her birinin bir parçası, sökülüşünü ağlayarak izlediği Yavuz zırhlısının tik ağacı olan parçasından... Kiminin dümen dolabının arkası, kiminin merdiveni, kiminin lumbozu, kiminin ambar kapağı...

Tersane...
Evde torun odası olarak ayrılan bölüm artık tersane. Ercan Küçüktaş, dışarıdaki işlerini bir an önce bitirip koşa koşa eve geliyor, başlıyor tersanede çalışmaya. Hafta sonları dolaştığı Perşembe Pazarı, Polonya pazarından ve yurtdışı seyahatlerinden bulup buluşturduğu alet edevatlarıyla, hani neredeyse gerçek bir gemi yapabilecek donanıma sahip. "Yerde altın bulsam almam" diyor ama, çöpte bir tahta gördüğünde dayanamıyor, koltuğunun altına alıp eve getiriyor, iyi bir maket yapmak için bazen yalan söylemeyi bile göze alıyor. Örneğin çok az bir tel parçası lazım olduğunda satın alacak yer bulamıyor ve "şirket için numune lazım da..." diyerek, o küçük parçaya sahip olmayı başarıyor.


Parçalar tamamlandıktan sonra, işkenceler, penseler, yan keski, kıl testere, eğe, zımpara, kaynak makinesi gibi binbir çeşit alet edevatın olduğu tersanede masa başına oturuluyor. Sonra, gemi maketçileri derneğinden edinilen plan, masa üstüne seriliyor. Ihlamur ya da maun ağacı kumpas ile kesilerek omurga yapılıyor ve tek tek, sarma usulüyle kaplanıyor. Postalar sarıldıktan sonra, gövde meydana çıkıyor. Güverte çalışmasının püf noktası ise en büyükten en küçüğe doğru çalışmak. Ve, 1-1,5 aylık bir zaman zarfında maket gemi ortaya çıkıyor. Hazır parça asla kullanılmıyor; çapasından dümenine her bir ayrıntı tek tek elle yapılıyor. Aslında tam bir aile şirketi gibi çalışıyorlar. Yelkenleri baldız dikiyor. Eşi Gönül, bir işkence aletinin görevini yapmış uzun yıllar. Sonra o alet Bulgaristan'da bulunmuş, alınmış ve adı Gönül konulmuş. Gönül Hanım artık sadece tersanenin temizliğiyle ilgileniyor. Çocuklar babalarına gömlek, kravat yerine plan, parça, alet hediye ediyor.


Gemi yapmadığı zamanlarda ise bit pazarlarında eski gemilerin fotoğraflarını arıyor Küçüktaş, internetten gemilerle ilgili siteler bulup inceliyor, kitaplar bulup sipariş veriyor. Kendi adına açtığı internet sitesi aracılığıyla (
www.geocities.com/modelgemi) Endonezya'dan Filipinler'e kadar hobidaşlarıyla haberleşiyor.

Gemi Modelcileri ve Gemiseverler Derneği'nin de yedek idare heyeti üyesi. Ancak, "Sakın beni profesyonel sanmayın. Tamamıyla amatörüm. Henüz ikinci ligdeyim. Erken başlayıp çok yol alanlar var..." diyecek kadar da mütevazı. Yaptığı tüm gemileri çok seviyor. Evinin her bir odasının baş köşesini gemileri süslüyor. Hediye etmeye de kıyamıyor. Çok beğenen olursa, aynısından yapmaya hazır. Hedefte ise döktüğü mayınlarla Çanakkale Savaşı'nın gidişatını değiştiren, ancak 1990'da adı değişmiş bir yük gemisi olarak batan Nusrat mayın gemisi var.
Elindekini bitirir bitirmez, Nusrat'ın inşası başlayacak.

Yazı : Figen Akşit
Fotograflar:Yücel Tunca
Kaynakça:Sea Life
Sayı: 11 Ağustos-2002

Kadıköy Mendireği


Dalış Refleksi

Diving response olarak da anılan dalış refleksi, organizmamızın, apnea yani, nefes alıp vermenin bilinçli olarak durdurulması ve dış ısı değişikliklerine bağlı olarak kardio vasküler sistem üzerinde refleks olarak gerçekleştirdiği değişikliklerdir.

Organizmanın bu refleks hareketi tam olarak çözülememişse de, apnea süresini uzatmayı hedeflediği anlaşılmaktadır.

Bu refleks bir çok kara ve deniz memelisinde vardır. Belki de, yaşamımızın ilk dokuz ayını, sıvı içinde tamamlamamız, bazı kodlama izleri bırakmaktadır.

Nefes tutmanın ilk saniyelerinden itibaren oluşan bradikardi ve damar çeperi vazokonstriksyonu, damar içi basıncını belirli düzeyde sabitleyerek, oksijen tüketimini azaltmayı hedefler.

Su sıcaklığı, fizik kondüsyon ve deneyim, cinsiyet ve yaş, ciğer kapasitesi, apnea süresi gibi parametreler, bu refleksi doğrudan etkilemektedir. Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için detaylarına göz atalım .

Bradikardi
Apnea, başladığı andan itibaren, kalp ritminde düşüşe neden olur. Dalış derinliğinin bu refleks üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Vücudun ve özellikle yüzün su ile temas etmesi ve apnea, bradikardi oluşumuna etki eden iki faktördür. Dinlenme halindeki kalp ritminde, bradikardi ile % 25 - 30 a varan düşüşler oluşabilir.

Apnea sonuçlandıktan sonra, elektro verilerinde, ekstrasistol, prematüre karıncık kasılmaları ve ritm artışları gibi değişiklikler görülebilir. Apnea süresi ve harcanan güce bağlı olarak, karbondioksit ve laktik asitin kandaki değerleri yükselir. Kalp ritmindeki değişikliklerin nedeni de budur.

Vazokonstrüksiyon ,
Kalp ve beyin diğer organlarımıza nazaran oksijensiz kalmaya çok duyarlıdır ve hücre kaybı oluştuğunda geri dönülemez noktalara gelinir.

Apnea sürecinin başlaması ile birlikte, damar çeperleri refleks olarak daralır. Kan basıncı sabit bir düzeyde kalır ve kalp debisi düşer. Bu değişimler, hassas organların daha rahat ve çok oksijenlenmesini sağlayarak apnea süresini uzatır.

Dalış refleksi, boğulmaya karşı organizmanın oluşturduğu bir reaksiyondur. Ancak, güç harcanması ve kasların gevşeme pozisyonundan kasılmaya geçmesi, bradikardinin avantajlarını ortadan kaldırır. Bunun yanısıra aşağıdaki parametreler, fayda limitlerini artı veya eksi etkilemektedir ;

Bradikardi, genç insanlarda, yaşlılara oranla daha iyi cevap vermektedir.

Yüzümüzdeki, ısıya duyarlı reseptörler, bradikardiyi doğrudan etkiler. Isı ne kadar düşükse, sistem o kadar çabuk çalışır.

Düzenli olarak apnea yapan insanlarda bradikardi daha verimlidir.

Ciğerlerin vital kapasitesi, etkili bir parametredir. Ciğer doluluğuna hassas olan torakopülmoner reseptörler % 85 - 95 vital kapasite doluluğunu algıladıkları zaman, bradikardi için start verirler. Bu nedenle, başlangıç çalışmalarında bu doluluk oranlarını geçmeyin.

Kulak eşitlemek için Valsalva yöntemi uygulamak, bradikardi oluşumunu negatif etkiler. Frenzel veya östaki kasının istemli uyarılması yöntemleri, hem apnea için, hem de avlanma için çok daha avantajlıdır.

Yüzmek, kalp ritmini arttırır ve vazodilatasyona neden olur. Diğer taraftan, apnea ve dalış, bradikardi sonucu kalp ritmini düşürür. Bu iki olgunun çakışması durumunda, ritm düşüklüğü öncelik kazanır.

Bu çakışmaya fazla sebebiyet vermemek için, dalış öncesinde iyi bir gevşeme ve nefes alıp vermenin uygulanması gerekiyor.

Jak Boeno

4 Kasım 2007 Pazar

Deniz Hatıraların Kendisidir


John Banville 'Deniz'de, çocukluğunu geçirdiği deniz kıyısına dönen ve orada anılarla beynini yeniden inşa eden bir adamın hikâyesini anlatıyor.

Deniz adlı yapıtı 2005 Man Booker Ödülü'ne değer görülen John Banville, kendisiyle yapılan bir söyleşide, kurgu yazma işinde en kıymetli bulduğu kişinin kim olduğunu soran muhabire şöyle bir yanıt vermiş:
"Bu her zaman tiksindirici bir soru olmuştur ama, duruma uygun bir yanıt vereceğim.
W.G. Sebald'ın erken ölümünün edebiyat için bir felaket olduğunu düşünüyorum. O, tamamıyla yepyeni bir şey yapıyordu, söz oyunlarının kasıtlı olduğu yeni bir roman sentezi oluşturuyordu. İnanıyorum ki, yaşasaydı, mucizevî şeyler yapacaktı. Ölümü, çağdaş kültürün en önemli olayıdır." Kuzey hat terminalinde olduğu gibi bir sona gelen Max Morden, yakın zamanda kanserden yitirdiği karısı için yas tutmaktadır. Bir seferinde ilk aşkının da kaldığı evde kalmak için çocukluk yazlarını geçirdiği deniz kıyısına döner. Anılarla beynini adeta yeniden inşa etmeye başlar ve bu onun ilacı olur: Anılar, yas ve yazı cümbüşüyle içki âlemi yapar. Deniz, ilk aşkının kaybolduğu yerdir ve şimdi de Max'in kaybolmaya başladığı yer olmuştur. Deniz hatıraların kendisidir, onun devasa dalgaları ise şu ânı, geçmişi bile, boğmakla tehdit etmekte. Hatıralar gibi, denizin de kendine ait bir hayatı var.
Romanın kapanışında Morden, dünyanın kabul edilemez zalimliğini ölü bir dalganın açıklar gibi göründüğü ânı hatırlar: "Ama bir tür itici güçle bütün deniz kabardı...
yalnızca koca dünyanın kayıtsız omuz silkmelerinden biriydi bu." (s. 176)

1 Kasım 2007 Perşembe

Monterey 234 FSX Limited Edition


Küçük mucize

Monterey 234 FSX Limited Edition, kapatılarak U şekline gelen arka oturma grubu ve baştaki güneşlenme minderleri ile 10 kişilik oturma alanına sahip.
Teknenin içerisindeki her köşe ve derinlik akıllıca kullanılarak fazladan depolama alanı yaratılmış. Üst sınıf ses sistemi, özel egzoz sistemi, grafikler ve paslanmaz kasalı ön cam 234 FSX'de standart özelliklere ek olarak sunuluyor.

220 HP ile 320 HP arası benzinli motor ve 160 HP ya da 190 HP, iki adet dizel motor seçenekleri bulunuyor.

Yakıt kapasitesi 235, su kapasitesi 34 litre.

Tam Boy: 7,33 metre

En: 2,60 metre

Ağırlık: 1.950 kilogram

Ayrıntılı bilgi için: info@perfomaxmarine.com

Balıkçı 6.50


Boy 6.50 m
Genişlik 2.0m
Yükseklik 1.85 m
Ağırlık 600 kg
Motor 9 HP - 18 HP inboard
Sürat 8-10 knots
Taşıma kapasitesi 8 kişi
Yatak boyu 2.10 m
Kamara boyu 3 m
Kamara yüksekliği 1.35 m


STANDART DONANIM:

paslanmaz çelik şaft, yağlama glasörlüğü, salmastrası, prinç pervane, krom-nikel dümen yelpazesi, plexiglas mika siperlik camı, maun kaplama bölmeler, kilitli kamara kapısı, kilitli WC kapısı, iki kişilik yatacak mekan, güverteye çıkış, açılır-kapanır cam malzeme koymaya elverişli 3 adet menteşeli göz, zincirlik bölmesi ve menteşeli kapağı, kamara içi halıflex halısı, krom-nikel ön korkuluk, krom-nikel merdiven, ağaç motor kasası, ağaç farşlar, WC ve bağlantısı, mutfak dolabı ve lavabosu, musluk-hidrofor-su deposu ve bağlantısı, sintine pompası ve bağlantısı, iskele-sancak feneri, kamara lambası, WC bölmesi lambası, elektrik tesisatı, sviç ve sigortaları, motor montajı, motor bağlantısında vana, kepçe, egzost sistemi çıkışı, waterlock, goose neck, hortumları/kelepçeleri/bağlantısı, direksiyon simidi/sistemi ve kablosu, rimot kontrol sistemi ve kablosu, ön demir, çekme makarası, kurdağzı ve babalar krom-nikel U çeki demiri, akü yeri, depo yeri, iç ve dış minderleri, yakıt deposu, körük tente, cam üzerinden arkaya kadar branda, bayrak direği, zehirli boya, akü, Çapa-zincir-ip.

Motorlu Tekne Rehberi Tasarım


Sorensen´in Motorlu Tekne Rehberi Tasarım, yapım ve performansın doğru değerlendirilmesiMotorlu tekne tasarımlarıyla birlikte detaylı model değerlendirilmelerini kapsayan rehber.

Ruhlandırılmış Şairane Varlıklar



19.yüzyılın Amerikan sefiri Cox'un ifadesiyle; "insana gerçekten bir cisim değil, bir hayal hissi veriyorlardı." İncecik bedenleriyle suyun üstünde süzülürken altın varakları parlıyor; köşkleri, kuşları göz alıyor; kendilerine güvenleriyle saltanatı temsil ediyorlardı.

Sultan, tam o minik köşkün içine yerleştirilmişti ki, sessiz hareketler yerini gizli bir telaşa bıraktı... O, köşkün perdelerinin arasından henüz etrafı seyretmeye başlamışken görkemli ve zarif aracı, suyun üstünde kaymaya başladı: İpek yelek giymiş kürekçiler, çok ünlü bir dans topluluğunun işini çok iyi yapan, iddialı gösterilerini müthiş bir uyum içinde sergileyen dansçılarına dönüştü. Aksayan tek bir hareket yoktu; kayığın içinde öne arkaya gidip gelerek suyun üzerini gümüş rengine çevirdiler. Kıpır kıpır, "civelek" bu gidiş ve insanı hayal âlemine sürükleyen bu görüntü gerçekti. Onlar saltanatın kayıklarıydı...

"Bu kayıklar çok süslü ve görülmeye değer güzelliktedir. Kıç, baştanbaşa fildişi, abanoz yahut deniz aygırı dişindendir. Seksen seçme kürekçisi vardır. Her kürekte ikişer kişi bulunur. Bir tarafta yirmi kürek vardır. Kürekçiler hep beyaz mintan ve kırmızı serpuş giyerler. Kürek çekerken de çok defa haykırırlar. Sebebini bilmiyorum. Padişahın yanına aldığı vükelâsı müstesna, maiyetindeki dilsizlerle cüceler daima bir başka kayıkta takip ederler, çok kere kadınları da..."

"Gemi inşa sanatında pek muvaffakiyetli ve türünün ince birer örneği olan saltanat kayıklarında güzellik ve ihtişam en sade bir üslupla ifade edilmişti. Köşklü, kuşlu gibi isimlerle anılan saltanat kayıklarının muhtelif boyda olanları vardı. On üç çifte kürekle hareket edenler ekseriya otuz bir, otuz iki metre uzunluğunda, 2.35 metre genişliğinde ve 3.10 metre yüksekliğinde inşa edilirlerdi. Saltanat kayıklarının kıç taraflarında hükümdarların oturmasına mahsus köşk bulunur, başları uzun yahut kıvrık olurdu. Kıç ve baş tezyinatını muhtelif şekillerde ve üzerleri altın yaldızlı oymalar teşkil ederdi. Kayıkların baş tarafında ayrıca tahtadan yahut gümüşten yapılmış kartallar ve deniz kuşları bulunurdu. Kayıklara çekilen fenerler de gümüşten mamuldü."

Döneminin sanat üsluplarına göre değişen ama Osmanlı İmparatorluğu'nun hemen her döneminde -bazı istisnalar hariç- Cuma selamlığı törenleri, şehir gezileri, kılıç kuşanma, tahta çıkma, eski saraya nakledilme, ava çıkış, ramazan eğlenceleri, harem kadınlarının ziyaretleri vs. gibi çok amaçla kullanılan saltanat kayıkları incecik, zarif ulaşım araçlarıydı.

Güm güm güm...

İçlerindeki minik köşklerde sultanın taht gibi koltuğu ya da kanepesi bulunurdu. Önceleri puflu minderlerle divanlara uzanır ve imparatorluk rengi olan al şemsiyenin altında geziler yaparlarmış. Kayıklar Batılılaşma sonrası gösterişin öne çıkmasıyla tahtanın içine altın parçalar katılarak imal edilir olmuş; çatıları yükselmiş, hatta bazılarında kubbe biçimini almış. Köşkse perdeleri de olmalı! Perdelerin içi genelde beyaz, krem ya da yeşil renklerden, dışıysa çok koyu ve parlak kırmızı renkte atlastanmış. Bu perdelerin kenarları sırma bordürle çevrilir, bazen de gerçek incilerle süslenirmiş...

Sultan saltanat kayığına binip suya açılınca bu haber tüm kente Kız Kulesi'nden atılan top atışlarıyla duyurulur, önü sıra altı büyük kayık yol açmak için gidermiş, ki bunların adı Sandalya. Sonra mabeyncileri taşıyan altı kayık... Alayın iki yanında dizinin sonuna kadar zincir gibi bir sıra kayık daha... Önde giden kim varsa, yüzleri hep sultana dönük dururmuş. Mabeynciler de dahil. Padişah kayığının dümenini Bostancıbaşı tutar, -Bostancıbaşı Defterleri, tarihi belgeler arasında en önemlilerinden, Bostancılar kıyı boyunca semtlerin asayişinden sarayın bahçe ve teftişine pek çok sorumluluğu olan görevliler-bir tür rehberlik işini de üstlenir ve sultanın sorularına cevap verirmiş. Ayrıca bir de Kız Kulesi'nde dizilmiş Bostancılar var ki, sultan yakınından geçerken eğilerek selâma duruyorlar.

Denizden faydalanmaya yönelik bir ulaşım dönemi; Boğaziçi rengârenk; iri kıyım, hep pamuklu geniş şalvarla yarım ipekli bir gömlek giyen, kafalarında küçük kırmızı takkeyle pazar kayıkçıları insanları taşıyor. Çeşitli kayık adları var. Peremeler, Pazar Kayıkları'ndan önce kullanılan kayıkların adı. Sonra Piyadeler... Vezirleri, saray görevlilerini, zengin ve orta halli halkı taşıyan bir tür lüks deniz taksileri bunlar; en küçükleri ve tabii ki hafifleri kayıkçıdan başka iki yolcu alıyor, en büyükleri dört ila altı yolcu kapasitesinde. Sarayın da Piyadeleri var ama saltanata ait bir Piyade, her zaman için boyu, köşkleri, süslemeleri, kürek sayısının fazlalığıyla kendini belli ediyor. Aslında tipleri ve formları aynı. III. Selim, "Piyadeler nazik olmalı" dermiş: İçine bindiğinde sarsmayacak, insanı hızla istediği yere ulaştıracak...

Adolphus Slade'in "Kaptan Paşa" adlı eserinde, "Kayıklar, Türk oymacılık sanatının birçok yüzünü yansıtır. Bordaları, küpeşteleri, yelkenleri bile pek ince süslerle bezenmiştir. Türklerin nakkaş dedikleri boyacılar sonradan bu hatları altın yaldızlar ve çeşitli boyalarla işlerler. Türklerin dilinde her deniz vasıtasının adı farklıdır" diyor. Eski ve hakiki bir İstanbullu denizin üzerinde dolaşan kayıklara bakarak bunların devlet ricaline, zengin bir beye, reayadan birisine, şehzadelere veya tulumbacı neferlerine ait olduğunu hemen anlayabilirmiş: "Türklerin makam, rütbe ve hatta kıdeme verdikleri değer, kayıkçıların yaz kış kafalarından eksik olmayan küçük bereleri kadar değişmez bir kaidedir.

Velhasıl, padişahın saltanat kayığı, mesire yerine gidecekse yedi çifte olur; mektupçular 'beş çifte yağlı piyade' ile giderler. Padişahın esvap ve kahve takımları beş çifte piyade ile taşınır, tulumbacılar yangın yerine altı oturaklı kayıkla giderler; zengin beylerin piyadelerinde hizmetkârları ve kahvecileri, hatta güneş veya yağmurdan korunmak için şemsiye tutan adamları bulunuyorsa da saray veya devlet erkânından biri kayığıyla geçiyorsa, geleneklere göre şemsiye kapatılır; kırmızı şemsiye ise sadece saraya mahsus bir renktir."

Altın yaldızlı panjurlu köşk!

Sultan Abdülmecid denize o kadar düşkünmüş ki çeşit çeşit kayıklarından çoğunun modelini inşa edilmeden görür, kayık o beğenirse inşa edilirmiş... Tebdil gezmelerinde hep beyaz olan kayığını kullanırmış. Reşit Paşa'yı sadaretine davet etmek için onun Emirgân'daki yalısına gittiğinde yan yalıda bulunan İngiliz sefiri ve çevre yalıdakiler sultanın kayığını görünce "hayır ola" deyip pek korkmuşlar... İstanbul, Beşiktaş'taki Deniz Müzesi'nde sergilenen "on dört çifte saltanat kayığı"nın dış süslemelerinde meyve ve yaprakları nakşetmişler, baş tarafında kanatları açık kocaman altın yaldızlı bir kartal. Köşküne perde yerine değişiklik yaparak altın yaldızlı panjurlar koydurmuş, üst kısmına da armasını yerleştirtmiş!.. Kayıklar, hep eğlenceli ya da keyifli anlara vesile olmamış; Abdülmecid'in annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan'ın naaşı, oğlunun saltanat kayığıyla Topkapı Sarayı'na nakledilmiş.

Sultan Aziz'in saltanatı boyunca on altı kayığı olmuş; ikisi on üç çifte kürekli ve köşklü, ikisi yedi çifte, yedisi beş çifte, biri dört çifte, dördü üç çifte kürekli. On üç çifte kürekle hareket edenler 31, 32 mt. uzunluğunda, 2.35 mt. genişliğinde ve 3.10 mt. yüksekliğinde...

Piyadeyle Topkapı'ya nakil!

Kayıklar acı tatlı hatıralarla yüklü... Tahttan indirildiği 30 Mayıs 1876 sabahı Sultan Aziz, beş çifte bir piyadeyle Topkapı Sarayı'na götürülmüş. Bir ayrıntı ilginç ve önemli: Beşinci haznedarı Arzıniyaz Kalfa ile cariye Şemsicihan'ın Hüseyin Avni Paşa ile olan siyasi ve duygusal ilişkilerinin ayyuka çıkması üzerine Paşa'yı memleketi Isparta'ya sürmüştü. Paşa, Sultan Aziz'in tahttan indirilmesinde etkili olanlardan. İşte o Hüseyin Avni Paşa, padişahı Topkapı'dan vaktiyle onun kendisine hediye ettiği beş çifte kayıkla -ki bu bir piyade- alarak nispet yapar gibi Üsküdar'daki yalısının önünden geçirmiş ve sonra Çırağan Sarayları'nın hizmetkârlar için yapılan Feriye Dairesi'ne nakletmiş. Sultanın intihar mı, cinayet mi olduğu meçhul, meşhur ölümünün ardından 4 Haziran sabahı, naaşı, bu defa üç çifte bir saltanat kayığına konarak Topkapı Sarayı'na götürülmüş.

31 Ağustos 1876'da tahta geçen II. Abdülhamid, bugün Deniz Müzesi'nde sergilenen on üç çifte saltanat kayığıyla Dolmabahçe'den Eyüp Sultan'a kılıç merasimine gitse de, amcasının tahttan indirildikten sonra beş çifte bir piyadeyle Topkapı Sarayı'na götürülmesini uğursuz saymış ve bu kayıklardan soğumuş. Yıldız Sarayı'na geçişinin ardından da denizle padişahlık kurumunun bağlantısı iyice zayıflamış. Görkemli tekneler Kasımpaşa Tersanesi'yle Dolmabahçe Kayıkhanesinde çürümeye terk edilmiş. Hem padişahın binmediği araca kim binebilir? Ne şehzadeler, ne kadınlar kayıkların yanına yanaşmış... Sonra Sultan Reşat ve Vahidettin zaman zaman kayıkları kullansa da ne yeni yapılanlar eski örnekleri gibi gösterişli yüzen saraylara dönüşmüş, ne de denizle bu kadar uyum içinde yaşanmış.

Yer; Beşiktaş Deniz Müzesi. Bahçenin içinde sağa kıvrılıp ikinci cam kapıdan geçince saltanatın kayıklarını görebilirsiniz. Aralarında dolaşırken artık cansız olan o varlıkların bir zamanlar Boğaziçi'nde büyük bir görkemle saltanatı temsil ettiğini gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Çok mu zorlanıyorsunuz? O zaman Cox'un yazdıklarından yola çıkarak hayali bir İstanbul masalı yaratın: "Padişahın kayığı bir yaldız ve parıltı kütlesiydi. Güneşte büsbütün ışıldıyordu. Bu, kayıktan fazla bir şey, bir ihtişamdı. Edalı iniş çıkışlarıyla, suya vuran nefis pırıltıları ve gölgeleriyle adeta ruhlandırılmış, şairane bir varlık halinde idi."

Kaynakça: Sea Life Ekim 2001 N:1