Sualtı Arkeolojisinin doğuşu bundan 40 yıl önce Bodrum'da olmuştur. Bundan önceki tarihlerde de deniz dibinden eserler çıkarılmış, batıklar üzerinde incelemeler yapılmıştı, ama bildiğimiz şekilde, bilimsel anlamda ilk sualtı kazısı Türkiye'de gerçekleşmiştir.
Her şey Amerikalı gazeteci ve amatör arkeolog Peter Throckmorton'un 1958 yılında Bodrum'a gelmesi ile başladı. Throckmorton'un arzusu Bodrumlu süngercilerle ilgili bir belgesel yapmaktı. Çekimler için tanıştığı İzmir'li fotoğrafçı Mustafa Kapkın ile beraber Bodrum'a geldi ve süngerci Kemal Aras ile tanıştı. Kısa zamanda gerek Kemal Aras'tan ve gerekse yöredeki diğer süngercilerden yüzün üstünde batığın yerini öğrendi.
Bu batıklardan bir tanesi Antalya yakınlarındaki Gelidonya yöresinde bulunan bir bakır külçe yüklü gemi kalıntısıydı. Batığa dalan bir süngercinin tunç bıçak ve tarım aletleri çıkardığını belirtmesi üzerine Peter bu geminin Tunç Devri'nden kalmış olabileceğini tahmin etti.
O yıl gemiyi ziyaret edemeden Amerika'ya döndü.Throckmorton 1959 yılında tekrar Türkiye'ye geldi ve Gelidonya'daki batığa dalış yaptı. Yanılmamıştı; batık Tunç Devri dönemine aitti ve 3200 yıllık geçmişiyle o tarihe kadar tespit edilen en eski gemiydi.
Bu batık mutlaka kazılmalıydı; gemi üzerinde yapılacak araştırmalardan tarihin önemli bir dilimi olan Tunç Devri ile ilgili çok kıymetli bilgiler elde edilebilirdi. Ama yardıma ve paraya ihtiyacı vardı. Muhtemel bir sponsorun ilgisini uyandırmak, destek bulmak için Amerika'ya döndü. Bulduğu yardım, sualtı araştırmalarının yönünü değiştirdi.
Yeni bir bilim dalı kurulmak üzereydi: Sualtı Arkeolojisi.
Bir kaç girişimden sonra beklediği ilgiyi ve desteği buldu: O zamanlar Gordion'da kazı yapmakta olan Pennsylvania Üniversitesi Müzesi Müdürü Rodney Young yardım elini uzattı. Hatta sadece maddi yardımla kalmadı, arkeolojik destek içinde yanındaki başarılı öğrencilerinden George Bass'ı kazıyı bizzat yönetmek için görevlendirdi.
1960 yılının ilkbaharında Throckmorton ile Bass Türkiye'nin yolunu tuttu. Geç Tunç Devri'ne ait olduğu anlaşılan Gelidonya Batığı 1960 yılının Haziran ile Eylül ayları arasında gerçekleştirildi. 26 ile 28 metre derinlikleri arasında olan batığın üzerine bir süngerci teknesi olan Lütfu Celil demirlendi. Ekip kazı yerinden tekneyle bir saat mesafedeki sahilde kamp kurdular. Kamp yerinin en büyük özelliği gerek günlük kullanım gerekse çıkacak eserlerin tuzdan arındırılması için gereken tatlı su kaynağına sahip olmasıydı.
Dalış planları hazırlandı: Ekip sabahları 40, öğleden sonra ki dalışlarda ise 28 dakika suyun altında çalışacaklardı. Ekibin ilk görevi alanın özenli bir haritasını çıkartmaktı. Alanın bütün bölümleri kayıt edilkdikten ve buluntular tanımlayıcı bilgilerle etiketlendikten sonra eserler dikkatle çıkarılarak kampın olduğu sahile konservasyon ve kayıt için taşınıyordu. Bulguların bütününün her bir parçasını tek tek ele alıp alt alta sıralarsak şunu biliyoruz ki, yaklaşık M.Ö. 1200'de, 19-20 metre uzunluğunda bir ticaret gemisi Gelidonya Burnu açıklarında batmıştır.
Uğradığı son liman, 1 ton maden yükü aldığı Kıbrıs olmuştur. Yük, baştan kıça kadar istiflenerek depolanmış öküz gönü biçiminde bakır külçelerden oluşmaktadır. Sepetler dolusu hurda külçe, mekânın izin verdiği yere, muhtemelen istifleri daha sıkı tutma amacıyla doldurulmuştur. Gemide ayrıca Kıbrıs'tan sonraki bir limanda yüklendiği sanılan kalay külçeler, kurşun döküntüler ve işlenmemiş kristal parçaları bulunmuştur.
Yükün içinde boncuk kavanozları, ticareti yapılan baharatlar bulunduğuna inanılan kavanozlar ve gariptir, bir de bilezik vardır.Bütün belirtiler, mürettebatın geceleri ışık sağlamak için Suriye-Filistin tarzı tek bir lambayla idare ettiğine işaret etmektedir. Mürettebatın zeytin ile balık yediğini ve gemide su ile şarap stokları bulunduğunu biliyoruz. Hem mührünün hem de mallarının gösterdiği gibi, gemide Suriye kökenli bir tacirin olması olasıdır.
Ağırlık dizilerinin çeşitliliği, geminin Mısır, Suriye, Filistin, Kıbrıs, Truva ve Hitit İmparatorluğu, Girit ve Yunanistan sınırları içinde, muhtemelen yine Suriyeli tacirler aracılığıyla ticaret yapmasına izin verilmiş olduğunu göstermektedir. Sanayi tipi kalayın ilk bilinen örneği olan, hurda külçe sepetleri ve çeşitli maden işleme araçları, tacirin üretim yapan bir hırdavatçı olduğuna işaret etmektedir. Kargodaki tunç araçların çoğu, gemi battığında zaten kırılmış durumda olduğuna göre, hurda maden yeniden işleniyor olsa gerektir.
Bütün kanıtlar, geminin, bir Suriye-Filistin limanından gelen, içinde Suriyeli bir tacirle birlikte seyreden erken dönem bir Fenike ticaret gemisi olduğu yönündedir. Bu nihai karar, Fenikeliler'in Geç Tunç Devri döneminde Grekler'in deniz ticareti tekelini henüz kıramamış olduklarını öne süren daha önceki yanlış fikri değiştirmiştir.
denizinsesi.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder