8 Kasım 2007 Perşembe

Büyüklere Oyuncaklar


Ortaköy'de, denize karşı açmıştı gözünü. Kısa pantolonla gezdiği yıllarda, evde bir köşede duran dürbün, en yakın arkadaşı olmuştu. Saatlerce bıkıp usanmadan tam karşılarına demirleyen o kocaman gemileri seyrediyordu, ikinci Dünya Savaşı yıllarında Ortaköy'e demirleyen iki büyük Romen gemisi ve diğerleri hep onun göz hapsindeydi. Bayramlarda ise okulla birlikte gidiyorlardı Yavuz zırhlısını ve diğer donanma gemilerini görmeye... İlkokula henüz başladığında gezdiği ABD bandıralı Missouri zırhlısı ise rüyalarına girmeyi başardı. Büyüklüğü, görkemi, kâğıt bardakları... Diğerlerinden çok farklı ve büyüleyiciydi...

10 yaşlarına geldiğinde, ahşaptan yapıp bez yelkenliler diktiği ve denizde yüzdürdüğü yelkenlileri beğenmiyordu artık. Bir arkadaşıyla birlikte yıllardır seyrettiği o gemilerden yapmaya koyuldu. Önce mahalle manavından limon sandıkları tedarik edildi, sonra bahçede tersane kuruldu ve hummalı bir faaliyet başladı. Birkaç gün içinde ikisinin de içine sığabileceği büyüklükteki geminin inşası bitmişti. Amerika'ya gideceklerdi...


Gidemediler... Gemi su alıyordu; delik deşikti... Hayal kırıklıkları anlatılamayacak kadar büyüktü...

Üç Tahta Parçası!
Zaman içerisinde meslek lisesini bitirdi ve iş hayatına atıldı. Çalıştığı kurumlar hiç denizle ya da gemiyle ilgili olmadı. O da denizi ve gemileri dost sohbetlerinde aradı. Deniz albayı bacanağın anıları, gemilerde sağlık memuru olarak çalışan hala oğlunun sohbeti, Japonya'da gemi inşa eden akrabanın hikâyeleri... Bu yıllar içerisinde ABD'den Irak'a, İsrail'den İtalya'ya çok da seyahat etti. Seyahatlerde öncelikli ulaşım aracı hep gemi oldu.


1974'te ise hâlâ göz pınarlarını yaşla dolduran bir olaya tanık oldu. Yavuz zırhlısının jilet yapılmak üzere sökülüşünü saatler boyu ağlayarak izledi. Ve anı olarak üç tahta parçası aldı Yavuz'dan...
Ercan Küçüktaş, bugün 63 yaşında. Üç yıl önce, yani 60'ında emekli oldu. Emeklilik sonrası düşlerini gemi onarımı süslüyordu ama daha zor bir işe soyundu. Küçüktaş, üç yıldır birbirinden güzel, her bir parçası kendi el emeğinin ürünü olan maket gemiler yapıyor.

Gülnihal, Gülcemal
Çocukluk anılarında hep gemiler var. Eski gemileri anlatırken, bakışları sıcaklaşıyor Ercan Küçüktaş'ın. "Hepsini gördüm, hepsine yaşım yetti" diyor. Türk denizciliğinin dönüm noktası kabul edilen Buğu (Buğ diye de bilinir), karanlığın içinde gülümseyen Ambrose, sessiz saray güzeli Gülnihal, yüzer sergi Karadeniz, talihsiz kardeşler Ödemiş ve Edirne, masal gemisi Gülcemal... "Onlar" diyor, "çok güzeldi. Kömürlüydü hepsi. Kuruçeşme'deki Galatasaray Adası kömür dolu olurdu hep. Gemilere kömür ikmali oradan yapılırdı. Bazen kıyıdan akıntıya bırakırdık kendimizi. Yüzer, gemilere yakından bakar ve dönerdik..."


Maketçilik hikâyesi ise şöyle başlamış Küçüktaş'ın: "Üç yıl önce, bir arkadaşımın ayakkabı kalıbı yapan atölyesine gidip ıhlamur ağacı istedim. Ve 15 gün içerisinde, filikası, dümeni, ağı, çapası, cankurtaran simitleri, yani her bir ayrıntısı el emeğim olan bir gemi yaptım. İlk gemimdi, bir isim bile koymadım..."

Aile efradının teşvikiyle, üç yılda gemi sayısı 11'e yükselmiş.

1916, İngiliz yapımı bir açıkdeniz römorkörü olan Joffre, Kristof Kolomb'un amiral gemisi Santa Maria (bunun daha sonra yine Kolomb'un Pinta'sı olduğu anlaşılmış), 1950'li yılların bir şilep örneği olan, anne ve babasının doğum yeri olduğu için adı verilen Kemah, 1898'de Danimarka'da inşa edilen ve I. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale Boğazı'ndan çıkamayınca Osmanlı'nın el koyduğu, Kurtuluş Savaşı sırasında boyundan büyük işler yapan Alemdar, ailenin soyadını taşıyan Küçüktaş, Karadeniz'de imal edilen yük gemisi Karadeniz Takası, Bodrum teknelerinden esinlenilen Mavi Yelkenli, iç deniz ve göl kotrası olan Beyaz Yelkenli, tik kotra örneği olan Kotra, ilk yaptığı isimsiz ve yeni bitirdiği Salih Reis... Her birinin içine yapıldığı döneme ait madeni paralar ve tarihe bırakılan bir mektup koymuş: "Bu mektubu okuduğunuzda ben aranızda olmayacağım..."

Ve her birinin bir parçası, sökülüşünü ağlayarak izlediği Yavuz zırhlısının tik ağacı olan parçasından... Kiminin dümen dolabının arkası, kiminin merdiveni, kiminin lumbozu, kiminin ambar kapağı...

Tersane...
Evde torun odası olarak ayrılan bölüm artık tersane. Ercan Küçüktaş, dışarıdaki işlerini bir an önce bitirip koşa koşa eve geliyor, başlıyor tersanede çalışmaya. Hafta sonları dolaştığı Perşembe Pazarı, Polonya pazarından ve yurtdışı seyahatlerinden bulup buluşturduğu alet edevatlarıyla, hani neredeyse gerçek bir gemi yapabilecek donanıma sahip. "Yerde altın bulsam almam" diyor ama, çöpte bir tahta gördüğünde dayanamıyor, koltuğunun altına alıp eve getiriyor, iyi bir maket yapmak için bazen yalan söylemeyi bile göze alıyor. Örneğin çok az bir tel parçası lazım olduğunda satın alacak yer bulamıyor ve "şirket için numune lazım da..." diyerek, o küçük parçaya sahip olmayı başarıyor.


Parçalar tamamlandıktan sonra, işkenceler, penseler, yan keski, kıl testere, eğe, zımpara, kaynak makinesi gibi binbir çeşit alet edevatın olduğu tersanede masa başına oturuluyor. Sonra, gemi maketçileri derneğinden edinilen plan, masa üstüne seriliyor. Ihlamur ya da maun ağacı kumpas ile kesilerek omurga yapılıyor ve tek tek, sarma usulüyle kaplanıyor. Postalar sarıldıktan sonra, gövde meydana çıkıyor. Güverte çalışmasının püf noktası ise en büyükten en küçüğe doğru çalışmak. Ve, 1-1,5 aylık bir zaman zarfında maket gemi ortaya çıkıyor. Hazır parça asla kullanılmıyor; çapasından dümenine her bir ayrıntı tek tek elle yapılıyor. Aslında tam bir aile şirketi gibi çalışıyorlar. Yelkenleri baldız dikiyor. Eşi Gönül, bir işkence aletinin görevini yapmış uzun yıllar. Sonra o alet Bulgaristan'da bulunmuş, alınmış ve adı Gönül konulmuş. Gönül Hanım artık sadece tersanenin temizliğiyle ilgileniyor. Çocuklar babalarına gömlek, kravat yerine plan, parça, alet hediye ediyor.


Gemi yapmadığı zamanlarda ise bit pazarlarında eski gemilerin fotoğraflarını arıyor Küçüktaş, internetten gemilerle ilgili siteler bulup inceliyor, kitaplar bulup sipariş veriyor. Kendi adına açtığı internet sitesi aracılığıyla (
www.geocities.com/modelgemi) Endonezya'dan Filipinler'e kadar hobidaşlarıyla haberleşiyor.

Gemi Modelcileri ve Gemiseverler Derneği'nin de yedek idare heyeti üyesi. Ancak, "Sakın beni profesyonel sanmayın. Tamamıyla amatörüm. Henüz ikinci ligdeyim. Erken başlayıp çok yol alanlar var..." diyecek kadar da mütevazı. Yaptığı tüm gemileri çok seviyor. Evinin her bir odasının baş köşesini gemileri süslüyor. Hediye etmeye de kıyamıyor. Çok beğenen olursa, aynısından yapmaya hazır. Hedefte ise döktüğü mayınlarla Çanakkale Savaşı'nın gidişatını değiştiren, ancak 1990'da adı değişmiş bir yük gemisi olarak batan Nusrat mayın gemisi var.
Elindekini bitirir bitirmez, Nusrat'ın inşası başlayacak.

Yazı : Figen Akşit
Fotograflar:Yücel Tunca
Kaynakça:Sea Life
Sayı: 11 Ağustos-2002

Hiç yorum yok: