31 Ağustos 2007 Cuma

Balıkların Daha Lezzetli Olduğu Dönemler

Levrek-Ekim-Haziran arası
Mercan-Kasım-Mayıs arası
Barbunya-Ekim-Mart arası
Lüfer-Ekim-Mart arası
İstavrit-Ekim-Şubat arası
Kaya-Nisan-Haziran arası
Uskumru-Kasım-Mart arası
Palamut-Ağustos-Ekim sonu
Torik-Aralık-Ocak
Gümüş-Bütün sene
Sardalya-Temmuz-Eylül arası
Hamsi-Aralık-Şubat arası
Kılıç-Eylül-Kasım arası
Pisi-Şubat-Nisan arası
Kalkan-Nisan-Haziran arası

30 Ağustos 2007 Perşembe

Rüzgar ve Seyir Bilgileri


Teknemizin suda yol almasına Seyir Halinde olmak denir. Yelkenli bir tekne seyir halinde iken yelkenine vuran rüzgarın kuvvetinden yararlanır. Rüzgar, teknenin neresine vurursa vursun yelken daima omurga hattının bir yanında bulunur. Teknemizin yanlarının İskele ve Sancak adı aldığını bir önceki sayfamızda öğrenmiştik. Bir yelkenli teknenin rüzgarı almış olduğu tarafa Borda yerine Kontra adı vermemiz gerekir. Örneğin, Sancak Kontra, İskele Kontra gibi. Yanda rüzgarı İskele bordasından alan bir optimist görülüyor ve yelkeni sancak tarafında bulunuyor. Rüzgarın Geldiği taraf Rüzgar Üstü, Gittiği taraf ise Rüzgar Altı'dır.

Seyir Bilgileri
Bir yelkenlinin yapmış olduğu seyir, rüzgarın tekneye varış açısına göre birtakım isimler alır.


Apaz: Rüzgarı yandan alan bir tekne apaz seyirdedir. Apaz seyir, Dar Apaz, Apaz, Geniş Apaz olarak üçe ayrılır. Yelkenli bir tekne için en süratli seyir bu seyirdir.

Bocalama: Teknemizin baş aynası rüzgarın esmiş olduğu yöne doğru olduğundan, yelkenlerimiz rüzgarla dolamamıştır. Bu yüzden teknemizi hareket edene kadar durdurmuş oluruz. Yarış öncesi start verilmeden önce yerimizi bu şekilde de koruyabiliriz.

Borina: Yelkenli teknemizin rüzgara en yakın seyri budur. Rüzgar üstündeki bir seyire ulaşmak için Borina Seyri yapılır. En az bir kere teknemizin kontra değiştirerek zigzag bir rota takip etmesine Volta Seyri denir. Borina Seyrinde genelde birkaç zigzag rota takip edilip, teknemizin rüzgara mümkün olduğu kadar yakın olması için, iskotanın boşunun alınması, sürmemizin tamamen inik olması gerekmektedir. Apaz seyire göre daha zor bir seyirdir ve dikkat ister.

Pupa: Rüzgarı ya tamamen, ya da birkaç derece teknenin arkasından (kıçtan) almış olduğumuz bir seyir türüdür. Yani rüzgar teknemizin kıç aynasına doğru esmektedir. Bu seyirde sürmemiz ya tamamen ya da çok azı suda kalacak şekilde olmalıdır. Bu seyir zor ve tehlikeli bir seyirdir. Bu seyirde rüzgarı iğnecikten almamaya dikkat edilmesi gerekmektedir.

http://www.turkishnavy.com/

29 Ağustos 2007 Çarşamba

Serçe Limanı Batığı



Serçe Limanından çıkarılan onbirinci yüzyıl batığı bu gün Bodrum Müzesi'nde teşhir ediliyor. Teknenin uzunluğu 15 eni ise 5 metredir.
Serçe Limanı gemisi, önce iskeletin çatıldığı modern gemi yapım tekniğinin tarihlenmiş en eski örneğini oluşturmaktadır. Teknenin bir kutuyu andıran düz tabanlı ,veya karinalı yapısı, akarsular dahil her türlü sığ sularda seyir yapabilmesini sağlıyordu.
Gemi, sayıları yüzü aşkın iri çakıl taşlarından oluşan, toplam iki ton ağırlığında safra taşımaktaydı.

Serçe Limanı batığı kazısı 1977 ile 1979 yılları arasında gerçekleşti Araştırma ekibi için sahilde kamp kurulurken, batık üzerine de dalış platformu olarak şatımız demirlendi.

Gemiyi daha sonra Bodrum Müzesinde biraraya getirebilmemiz için geminin ahşap kısımları deniz dibinde detaylı bir şekilde işaretlendi, ölçüldü ve plana geçirildi.

Cam Batığı olarakta bilinin Serçe Limanı kazısından 80 kadar sağlam cam eserin yanında bir milyonun üstünde kırık cam parçası çıkarıldı. Bu inanılmaz bulmacayı çözebilmek için uzmanlarımız yıllarca uğraştılar.. (fade into music)

Serçe Limanı batığının ana yükünü 3 tondan fazla olan kırık, hurda camlar oluşturuyordu. Bunlar muhtemelen Doğu Akdeniz'deki bir cam fabrikasının artıkları olarak daha az yer tutsun diye mahsus kırılarak gemiye yüklenmişti.

Bodrum Müzesinde sergilenmekte olan birbirinden güzel birçok cam eser, uzmanlarımızın yıllar süren çalışmaları sonucu bu hurdaların arasındaki yüzlerce cam parçanın birleştirilmesiyle sağlandı.

27 Ağustos 2007 Pazartesi

27. Uluslararası İstanbul Boat Show

7-16 Aralık tarihlerinde İstanbul Fuar Merkezi'nin 9. ve 10. salonlarında düzenlenecek olan 27. Uluslararası İstanbul Boat Show®’un satış çalışmaları, yoğun bir şekilde devam ediyor.

Geçtiğimiz yıl, 35.688 profesyonelin ziyaret ettiği ve 96 teknenin sergilendiği Uluslararası İstanbul Boat Show®’da bu yıl, motorlu tekne ve yatlar, yelkenli tekne ve yatlar, gezi ve sürat tekneleri ve jet-ski’ler ile dernek, kuruluş ve federasyonları yer alacak.


Ulusal ve uluslararası iletişim çalışmalarının başladığı, katılımcı firmaların satış çalışmalarına destek verecek özel etkinliklerin ve üst düzey ziyaretçi davetlerinin planlandığı Uluslararası İstanbul Boat Show®, bu yıl her yıldan çok daha farklı ve özel etkinliklere ve iletişim çalışmalarına imza atacak.

25 Ağustos 2007 Cumartesi

Denizin huyu, suyu Balık Müzesi'nde


Deniz ve balık hep birbirini çağrıştıran sözcükler. Biri olmadan ötekini düşünmek de, anlamak da çok zor.
Ve İstanbul...
Denizle en çok haşır neşir olan, kendi deniz; ama, denizi giderek daha az balık kokan kent, İstanbul...
Yine de, kocaman ampullerin aydınlığında lüfer, palamut, çipura, levrek, mezgit ve kalkanların şenlendirdiği allı yeşilli balık tezgâhları Balıkpazarı'nda. Kadıköy ve Beşiktaş çarşılarında, Boğaz sahillerinde, Beykoz'da, Kavaklar'da ve Kumkapı'da şıkır şıkır olmak zorunda. Neredeyse barınaklarına çekilip kalmış olta balıkçılarının boynu bükük. Balık bitiyor, deniz bitiyor diye üzülmek bir tek onlara kalmış sanki.

Kocamustafapaşa Balıkçı Barınağı'nda yaşayanlar koca kentin gürültüsüne, karmaşasına sırtlarını dönüp, yüzlerini yine de umut kesmedikleri denize çevirip, kendi yaşamlarına çekilmişler. Her şeylerini birbirleriyle paylaşır olmuşlar. Kazlar, Tokat tavukları, yaban ördekleri, sakarmekelerle birlikte...
İçlerinden bir Haydar Deniz çıkmış, yitip giden denizin bereketini biriktirmeye başlamış; cam kavanozlar ve bozulmayı önleyen ilaçlı su yetip de artmış önceleri.

Sonra sayıları artınca evine sığmaz olmuş kavanozlar. Barınaktaki malzeme odalarından dördünü birleştirerek yarattıkları mekâna taşınmışlar.

Duvarlardaki raflara dizili cam kavanozlarda sanki sonsuza kadar donakalmış gibi görünen, değil kendini görmek, adını bile ilk kez duyduğumuz pulatarinalar, kelebekhorozbinalar, kurdelebalıkları, lekelielektrikler, çamukalar, kötek ve üzgün balıkları da böylece göz önüne çıkıvermişler.

Bu balıklar farklı tarihlerde Marmara, Karadeniz, Ege ve Akdeniz'de yakalanmış. Denizkabukları, denizyıldızları, fenerler, haberleşme araçları, uzaktan ateşini göstermeyen gizli sigaralıklar, halat düğümlerinin türlü çeşitlisi tavandan sarkıtılan balık ağları ile çevrelenip, ortaya vitrinler de konulunca, küçük ama basbayağı bir müze yaratılıvermiş. Elazığlı Haydar Deniz, bu işi tek başına üstlenmiş bugüne dek. Ama bununla pek övünemiyor doğrusu. Öyle ya! Bir zamanlar Tuzla açıklarında pembe, kırmızı mercanların oynaştığı; Büyükada Viranbağ sığlıklarında koca koca sinaritlerin kaşığa geldikleri günleri; adalar arasında kol gezen karagöz, kolyoz, istavrit, uskumru, kılıç sürülerini; Yeşilköy Florya kıyılarında cirit atan barbunyaları, tekirleri, kırlangıçları ve kalkanları hatırlayınca, usuldan gözyaşı dökmez mi emektar balıkçılar? Haydar Deniz, elinde tuttuğu kavanozdaki palamut iriliğindeki istavriti incelerken, "Marmara'da soyu tükenmiş balıklardan kolyoz, zargana ve çipura, 17 Ağustos depreminden sonra tekrar görülmeye başladı," diyor birden. Kesin bir görüş olmamakla birlikte, depremin Marmara tabanında yarattığı kırığın balıklar için yeni ve güvenilir yataklar oluşturduğu sanılıyor.

Aradan on yılı aşkın zaman geçmiş olmasına karşın müze için daha geniş ve uygun yer bir türlü bulunamamış, kimi çevrelerce verilen sözler de zamanla unutulup gitmiş. Aslında Haydar Deniz, yaşadıkları barınakta bu sorunu çözmenin peşinde. Başkalarından gölge etmemeleri dışında tek bir şey istiyor: Ellerinde olup da kullanmadıkları malzemeler. Bir de dört taraftaki balıkçılara bir çağrısı var "Önce denizlerimize sahip çıkın ve ağlarınızdan çıkan soyu tükenmekte olan her deniz canlısı için bizi arayın!" Samatya sahillerinde, pek dikkat edilmezse fark edilemeyen Kocamustafapaşa Balıkçı Barınağı'nda yaratılan, kırılgan, ama denizin ve insan gönlünün bereketini sonuna dek paylaşmaktan çekinmeyen bir dünyanın zenginlikleri arasında, kendine mütevazı bir yer edinmiş Haydar Deniz'in tabelası bile olmayan balık müzesi....

Kocamustafapaşa ÇevreKoruma ve Balıkçılar Derneği
Kennedy Caddesi, Sahil Yolu,Kocamustafapaşa/İstanbul
Tel: 0212 – 587 7357
Kaynak : Skylife dergisi 2/2001

Yazar : Can Kızıltan
Fotoğraf : Murat Taner

Denizatı



Yakın zamana kadar mitolojik bir varlık olarak kabul edilen denizatı, diğer sualtı canlılarından çok başka özellikler taşıyor:
Eş değiştirmeyen denizatları, erkeği hamile kalan tek canlı türü...
Ve üreme öncesi, eşler birbirinin etrafında saatler boyu dans ediyor!..
Onlara isim olarak Hippo-campus uygun görülmüş:
Hippos (at) ve Campus (kurt ya da tırtıl)...


At kafasına benzeyen bir başı, uzayarak hortum biçimini almış burnu, küçük ağzı, birbirinden bağımsız hareket eden gözleri, kemik plakalarla kaplı vücudu, öne kıvrılan kavrayıcı kuyruğu ve yüzgeçleriyle denizatları, diğer balık türlerinden çok farklı bir canlı türü olarak de- nizlerde yaşamını sürdürüyor.



Onu diğer türlerden farklı kılan bir başka özelliği de göz yapısı: Gözleri birbirinden bağımsız hareket etme özelliğine sahip.Ayrıca denizatları kendilerini av olmaktan kurtarmak için bukalemunlardan daha iyi renk değiştirebiliyor. Fakat denizde yaşamalarına rağmen çok da iyi bir yüzücü değiller. Denizde dikine doğru yüzen ve yüzme konusunda pek becerikli olamayan denizat- ları, bu yüzden, genelde kıyı- lara yakın bölgelerde yaşıyor.
35 civarında türü olan ve boylan 2 ile 35 cm. arasında değişen bu hayvanlar küçük karides ve diğer kabuklularla besleniyor.


Hamile erkekler!
Denizatları yalnızca ilginç fiziki özellikleriyle değil, erkekleri hamile kalan tek canlı grubu olma özelliğiyle de adeta doğanın diğer canlılara ilginç bir şakası olarak değerlendiriliyor. Denizatları gece çiftleşiyor ve bu çiftleşmeler mevsim boyunca devam ediyor. Denizatlarının erkeği, dişisinden aldığı yumurtaları saklayabileceği bir kuluçka kesesine sahip. Dişi bir denizatı, erkeğinin kesesine bir defada 1500 yumurta bırakabiliyor. Ayrıca önemli bir nokta da; çiftleşmenin başarılı olması için ikisinin de aynı boyda olmasının gerektiği... Aksi halde yumurtalar dışarıya dağılıyor.Erkek denizatı, dişiden aldığı yumurtaları hem kendi vücudunda saklıyor, hem de onları döllüyor. Embriyo, kuluçka kesesinde bulunan kılcal damarlarla besleniyor.

Türlerine göre denizatlarının hamilelik süresi 10-42 gün arasında değişiyor. Döllenmeden sonra kuluçka kesesinin içi deniz suyuna benzeyerek yavruyu doğumdan sonra yaşayacağı ortama hazırlıyor. Erkek denizatı, gövdesini büküp yavruyu kuluçka kesesinden dışarı atarak doğumu gerçekleştiriyor.

Denizatı yavrusu 7-11 mm. boyunda ve yetişkinlerin küçük bir kopyası olarak doğuyor.


Erkeğin, yavruları kesesinde taşıması ve onların gelişmesine bir dişi memeli gibi katkıda bulunması, erkeklik rolü konusunda bir kuşkuya yol açmıyor. Çünkü erkek denizatı tıpkı diğer türlerin erkeklerinde olduğu gibi sperm üretiyor. Dişi denizatının ovipozitör adı verilen bir organ yardımıyla kuluçka kesesine bıraktığı yumurtaları erkek denizatı kendi kesesinin içindeyken döllüyor. Erkek denizatları da dişileri kendine çekebilmek için diğer erkeklerle yarışıyor. Her iki cinsiyet de eş bulmak için uğraşıyor, ancak yapılan gözlemler, erkeğin hamile kalmaya kararlı olduğunu ve daha etkin davranışlar sergilediğini gösteriyor.

Erkeğin hamilelik süresi boyunca dişi her sabah eşini ziyaret ediyor. Bu ziyaretler ve selamlaşma davranışları, dişiye eşinin doğum zamanı hakkında fikir veriyor. Bu zaman içinde dişi denizatı yeni bir yumurtlama için hazırlanıyor. Erkek de doğum sonrası yeniden hamile kalmak için sabırsızlanmaya başlıyor. Boş kuluçka kesesini dişiye göstererek yeni yumurtaları almak için hazır olduğunu belli ediyor. Bazen birkaç saniye, bazen de günlerce süren yeni bir çiftleşmeden sonra dişi, yumurtaları erkeğin kesesine bırakıyor. Bazı türlerde kuluçka kesesi bulunmadığından, yumurtalar doğrudan erkeğin karın kısmına yapıştırılıyor ve gelişmelerini burada sürdürüyor.




Tekeşliler
Denizatlarının erkekleri de, dişileri de biz insanlara parmak ısırtacak derecede birbirlerine bağlı. Onları ancak ölüm ya da bir fırtına sonucu birbirlerini kaybetmeleri ayırıyor. Fırtınayla açıklara sürüklenen denizatları çoğunlukla bitkinlikten ölüyor. Kanadalı Zoolog Dr.Amanda Vincent denizatları üzerine yaptığı uzun ve ayrıntılı araştırma sonucunda şaşırtıcı sonuçlara ulaşmış.

Vincent denizatlarının tekeşliliğini ve birbirlerine bağlılıklarını, yavaş hareket eden canlılar olduklarından yeni bir eş bulmanın onlar için hem zaman, hem de enerji kaybına yol açmasına bağlıyor. Denizatları, balıklar arasında tekeşli olarak bilinen tek örnek.

Denizatları dünyada çok yaygın olarak bulunuyor. Tropik ve ılıman suları seçen denizatları yaygın olmalarına karşın hiçbir bölgede çok sayıda bulunmuyor. Türlerin çoğuna Batı Atlantik ve Pasifik'in Hindistan kıyılarında rastlanıyor. En iyi tanımlanmış türler ise Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya'da bulunanlar.
Kuzey Avrupa sularında iki türü var: Hippocampus hippocampus ve Hippocampus ranulosus. Ayrıca Kuzey ispanya, Akdeniz ve Karadeniz'de de yaygınlar. Türkiye'de ise 18 türün bulunduğu saptanmış. Bunlardan en çok tanınanları; Syngnathus (deniz iğnesi), Nerophis ophidion ve Hippocampus guttulatus.

Denizatları kara ile denizin birleşimindeki sığ sularda yaşadığından, insana oldukça yakın bir konumda bulunuyor. Bu yüzden de insanın kötüye kullanımıyla çok sık karşı karşıya kalıyor. "Trade Records Analysis of Flora and Fauna in Commerce" adlı kuruluş tarafından yapılan bir araştırma, denizatlarının varlığının tehdit altında olduğunu ortaya koyuyor. Tehlikedeki Türler Raporu'nun Amanda Vincent tarafından hazırlanan "Uluslararası Denizatı Ticareti" başlıklı bölümünde, dünyada Ekvator'dan Avustralya'ya kadar 32 ülkede ölü ya da canlı denizatı ticareti yapıldığı ileri sürülüyor. En büyük denizatı alıcıları Hong Kong ve Tayvan. En büyük satıcılar ise yıllık 1,5 milyon tane (4000 kg.) ile Hindistan, Filipinler, Tayland ve Vietnam. Dünya çapında ticaret ise yılda 20 milyon denizatını buluyor.





Akvaryumda ölüyorlar!
Denizatının ticari açıdan bu kadar çekici olmasının nedeni, Japonya ve Kore'de geleneksel ilaçlarda kullanılmaları. Denizatları 18. yüzyıla kadar Avrupa'da da ilaç yapımında kullanılıyordu. Uzakdoğulular bu ilaçların astım gibi solunum yolu hastalıklarına ve iktidarsızlık gibi cinsel işlev bozukluklarına iyi geldiğine inanıyor. Ancak, bu geleneksel inanış bilimsel olarak kanıtlanmış değil.
Ayrıca denizatları süs eşyası olarak da büyük ilgi görüyor. Daha çok büyük ve açık renkli olanların tercih edildiği Hong Kong'da kilosunun bin doların üzerinde olması, denizatlarının geleceğinin ne kadar karanlık olduğunu gösteriyor.

Tatlı ve tuzlu sularda yaşayan değişik türleri olan denizatları, akvaryum tutkunlarının vazgeçemediği canlı türlerinden. Kanada, Almanya, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerde denizatları akvaryumda beslemek ve süs eşyası olarak kullanmak için aranıyor. Fakat bilim adamları, denizatlarının akvaryumlarda yaşayamadığını belirtiyor. Akvaryumda yaşamaları için uygun ortamın yaratılması neredeyse imkânsız olduğundan, ömürleri çok kısa oluyor. Bu narin yaratıkları, vücut yapıları parazit, bakteri ve mantarlara karşı oldukça dayanıksız olduğu için kolayca hastalanıyorlar.Bilim adamlarının uyarıları üzerine bazı ülkelerde koruma altına alınmasına rağmen yapılan araştırmalar, denizatı nüfusunda ciddi bir azalma olduğunu ortaya koyuyor. Eğer çok sıkı tedbirler alınmazsa, ne yazık ki, Bengay kaplanlarının akıbeti onları da bekliyor.



http://www.denizce.com/

24 Ağustos 2007 Cuma

Tekne Bakımı

Tekneye iyi bakmakla onun kullanim ömrünü uzatacaginiz gibi daima elinizin altinda olmasini ve sizin eglencenizi yarida birakmayacak sekilde bulunmasini saglarsiniz.

Sudan çiktiginda tekne içi ve gövdesini iyice inceleyiniz.

Özellikle saç ve aliminyum teknelerde Oksidasyon (paslanma) genel problemdir. Kendini belli eder. Buralarai ince bir zimpara ile esas maden ortaya çikana zimparalayiniz

Fiberglas teknelerde tekneye yapisan denizhayvani/nebatini ve yagi çevreye zarar vermeyecek deterjan kullanarak temizleyiniz. Teknenin sathinda bulunan parlak (Jel-Coat) malzemesini ortadan kaldiracak asindirici malzeme kullanmayiniz. Eger delikler veya yariklar olusmussa onu derhal fiberglas tamir malzemesi ile kapatiniz.


Tekneye bagli tüm donanimlari çatlak, kirik veya sizinti yapiyorlarmi diye kontrol ediniz.


Kirli su birikintilerini (çökelekleri) tekneden herçikisinda temizleyiniz.


Kanolari tepesi üstü asiniz.


Tekneyi günesin gelmeyecegi ve kuru bir bölgede muhafaza ediniz. Eger tekneyi uzun süre trailer (Romork) üzerinde birakacaksaniz romorkü kalastralar üzerine aliniz ve üzerini örtünüz. Böylelikle lastiklerinizi de korumus olursunuz.


Halat ve Tel baglantilarini temizleyiniz. Kullanmadiginiz sürelerde bunlari günesten koruyunuz. Eskimis olanlari degistiriniz Kir ve kum yipranmalarina neden olur.


Yelkenleri yumusak bir firça ile temizleyiniz. Üzerlerindeki küçük delik/yirtik ve dikis yerlerindeki sökükleri kontrol ediniz ve varsa serit yapistirarak veya dikerek kullanilir hale getiriniz.


****
Makinalarin bakimi-tutumu da çok önemlidir. Ihmal etmeyiniz .
Makine – Motoru daima iyi ayarda bulundurunuz.

Her giris ve çikista Yag ve diger Yakiti kontrol ediniz.
Batarya baslarinin siki, temiz ve korozyona ugramadigini kontrol ediniz.
Bataryayi ölçünüz. Eger zayifsa muhakkak sarj ediniz.
Makinanin dis görünüsünü temiz tutunuz. Yag ve yakit rutubet tutar ve elektrik geçirgenlige neden olur.
Makine ve tüm sistemi saglam baglanma, “hortum ve borularin durumu, civata, somun, vidalar ve kayislar gibi” kontrol ediniz.
Hepsinin uygun olduguna emin olunuz.
Hiçbir zaman Otomobil Endüstrisinin parçalarini kullanmayiniz.Yalnizca denizde kullanmaya elverisli olanlari kullaniniz. Bunlar kivilcim çikarabilecekleri için tehlikeli olabilirler.

23 Ağustos 2007 Perşembe

Kamarin Tekne

Karmarin tekne Nedir ?
Tekne su yüzeyine oturan kaburga, omurga ve fiber kaplamadan oluşan temel kısımdır. Tekne denilince akla kürekli yada motorlu deniz taşıtı gelir.Günümüzde teknelerin büyük kısmı fiberden üretiliyor. Fiberglas ( polyester ) teknolojisi ile çok güçlü ve dayanıklı tekneler üretiliyor . Fiber tekneler ahşap teknelere göre bakımı daha kolaydır.Ahşap tekneler her sene boya, vernik atmak ve bakım gerektirir. Fiber teknelerin alt kısmı deniz suyuna değen bölümleri zehirli boya ile boyandığınızda tekneniz her hangi bir darbe almasa uzun süre ve bakım gerektirmez.Tekneniz darbe alsa ve kırılsa bile tamiri mümkündür.

www.tekne.info

Merry Fisher 655 Cruiser


Tam Boy :6,66 m.
Gövde Boyu :6,42 m.
Su Hattı Boyu :5,55 m.
Maksimum En :2,62 m.
Deplasman:1.870 kg.
Su Çekimi:0,7 m.
Motor:Volvo 110 HP
Kamara:1
Yatak:2
Yakıt Kapasitesi :120 lt.
Su Kapasitesi :20 lt.
CE Kategorisi :C / 7
Tasarım:Garroni Design / Jeanneau Design

Sun Odyssey 39i Performance



Tam Boy : 11,86 m.
Gövde Boyu:11,62 m.
Su Hattı Boyu :10,71 m.
Maksimum En :3,88 m.
Deplasman :7.330 kg.
Salma Ağırlığı :2.280 kg.
Su Çekimi :2 m.
Motor : 40 HP YANMAR
Kamara : 2/3
Yatak :4/6
Yakıt Kapasitesi:130 lt.
Su Kapasitesi :355 lt.
I : 15,65 m.
J : 4,21 m.
P : 15,02 m.
E : 4,45 m.
Anayelken Alanı (Sarma) :0 m2
Anayelken Alanı (Klasik) : 39 m2
Cenova Alanı : 38 m2
Spinaker Alanı (Simetrik) : 120 m2
CE Kategorisi : A -9 / B - 10 / C - 12
Tasarım : M.Lombard

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Impressive performance and versatility


What traits should a personal watercraft possess? We all know it should have plenty of power, look great, and have useful features to make it noteworthy. The Kawasaki JET SKI® STX®-12F watercraft has all that, with a few extras to keep it riding higher than the competition.
It all starts with the engine. The STX-12F powerplant was adapted from Kawasaki’s leading-edge Ninja® motorcycle line. The dual overhead camshaft 1,199cc water-cooled engine makes plenty of power for optimum performance , and even boasts of low emissions and quiet operation. The STX-12F meets the strictest existing emission standards for both the Environmental Protection Agency (EPA) and the California Air Resources Board (CARB). In fact, the STX-12F received CARB’s ultra-low “three-star” rating in 2003, five years before it was required to by law.
The STX-12F also features four valves per cylinder, fuel injection and an electronic engine control unit (ECU) that coordinates the ignition system and fuel injection to provide maximum performance and reliability.
The fuel injection system itself utilizes a single 54mm throttle body and individual injectors at each chrome composite-plated aluminum cylinder to provide fuel for the high-performance engine, resulting in smooth power delivery and instant starting in any kind of weather.
The STX-12F is designed to be quiet, reliable and environmentally friendly. While highly tuned, the engine’s exhaust system is water-jacketed to help reduce underhood temperatures and keep it running as quietly as possible. The large-capacity airbox is specially designed to both boost power and reduce intake noise levels. To reduce vibration, the engine is rubber-mounted.
The STX-12F features an open-loop cooling system that utilizes an intake filter and draws cooling water from the jet pump, ensuring consistent operating temperatures for maximum performance.
A direct-drive axial-flow jet pump is connected to an oval-edge, stainless steel, three-blade impeller. The direct drive pump has no gear reduction unit, allowing the engine to turn a lower rpm for lower stress, less wear and tear, lower vibration levels, less noise and better fuel consumption. A reverse function allows easy maneuverability in tight quarters.
The STX-12F is also equipped with Kawasaki Smart Steering® (KSS®). KSS features a steering sensor that is electronically linked to an on-board microprocessor. If the handlebar is fully turned in either direction and the engine rpm drops from a designated rpm, such as when the throttle is released at speed, the microprocessor activates the KSS, which raises engine rpm to provide enough thrust to initiate the desired turn.
Assisting with low-speed maneuvering is a reverse bucket that is shaped to deliver optimum thrust for more precise direction control when backing, and the bucket is injection molded to eliminate corrosion.
The STX-12F also features Kawasaki’s innovative electronic Smart Learning Operation (SLO). Accessible directly on the instrument panel, SLO can be programmed to place a limit on maximum engine speed so novice riders can experience riding at a reduced speed while they master proper riding techniques.
Even the hull bristles with innovation. The STX-12F’s deep-V hull is made of fiberglass and gel-coated for a lustrous, scratch-resistant finish and features the molded-in Kawasaki Splash Deflector (KSD) to help minimize spray. High-performance sponsons help get the hull up on plane and provide “grip” while the hull design facilitates precise cornering, increased stability at high speed and a smoother ride in rough water.
The STX-12F boasts a sporty design with its stylish deck and angular seat, offering a muscular look befitting a high-performance watercraft. The handlebars are located in a cab-forward position to provide plenty of room for the rider, plus abundant floor space provides room for the rider’s feet. There are even footrests to help stabilize a rear-facing spotter when pulling a skier, wakeboarder or tuber.
The open rear deck has space easily used for getting into skis or as a diving platform. Reboarding in deep water is simplified with the automatically retracting boarding step located at the rear of the hull. The rear deck can also accommodate a cooler or other items needed for a day on the water. The STX-12F features water-resistant storage space, an easily accessible glove box and front storage compartment. A hydraulic damper holds the front storage hood open, allowing easy access until the operator closes it. Another large storage area is located under the seat.
The Jet Ski STX-12F features a 16.4-gallon fuel tank for more riding time between fill-ups and an LCD instrument panel allows riders to monitor fuel level, speed, engine rpm, trip distance and time. Warning lamps alert the rider to low fuel level or high engine temperature. In addition, there is a magnetic keyed ignition switch to help deter theft or unauthorized use.

21 Ağustos 2007 Salı

Ahşap Yat Hakkında


Batı Karadeniz'de, Ahşap Tekne Yapım Geleneği; bu kıyılarda yaşayan insanlarla başlamış ve bu insanların dillerinden, alışkanlıklarından, kullandıkları tekniklerden ve becerilerinden izler taşıyarak bu günlere kadar uzanmıştır. Kurucaşile’de son 30 yıla kadar; Osmanlı donanmasının savaş gemilerinden, yakın sahil yük gemilerine kadar pek çok gemi tipi yaratılmıştır.

Ahşap Tekne Yapımcılığı bir meslek olarak sadece kıyılarda icra ediliyor olması nedeniyle, başka kültür değerlerine, teknik ve sosyal alışverişlere açıktır. Hep başka yerlere gidecek ve dönecek olan gemileri yapan bu meslek, hem kendi yapım tekniklerini - tekne biçimlerini başka kıyılara gönderecek, hem de oralardan gelen gemilerle değişik kültürlerden etkilenecektir.

Kurucaşile, Ahşap Tekne Yapımcılığının kendine özgü kalitesi de bu el emeği göz nuru mesleğin yaşamasında ve bölge hayatına damgasını vurmasında önemli bir nedendir. Yapımcılığın kalitesi mesleğin devamını, mesleğin devamı ise yapım kalitesini artıran kültür alışverişini sağlamıştır.Yüzyıllar süren tarihinden sonra bugün, uluslararası ölçülerde ve kalitede Ahşap Tekne Yapımı sürmekte, dünya denizlerine yelken açabilen tekneler yapılmaktadır.

Kullanılan ahşabın kalitesi, işçiliğin olağan üstü becerisi, teknelerde yaratılan yeni tipler dünya denizcilerinin takdirini kazanmaktadır. Yük gemisinden balıkçı teknesine, oradan da yatçılığa uzanan bu sanat, mühendislik - mimarlık bilgileriyle de donanarak başarılı ürünler vermektedir.Yörede, ustalık ve yeni teknolojinin ortak ürünü bir çok tekne yapılıyor. Babadan oğula geçen, usta çırak ilişkisi ile nesillerdir süren bu meslek, eğitimli elemanlarla da desteklenince tezgahlar gelişiyor tersane oluyor, yapım teknikleri yenileniyor daha çabuk ve kaliteli ürünler veriliyor.

Kurucaşilede Ahşap Tekne Yapımcılığı; hızla değişen dünya koşullarında varlığını sürdürebilen, usta-çırak eğitimi yönteminden beslenerek köklü bir meslek olmuştur.Ahşap tekne yapımcılığı; büyük ölçüde ustalığa, aynı ölçüde mimari bir yeteneğe dayanmaktadır. Ustalık ve geleneksel bilgi her zaman Kurucaşile’de nesilden nesile aktarılmış ve nesiller arasında parıltılı insanlar, gemi mimarları, yeni teknikler ve yeni tekne tipleri ile ortaya çıkmışlardır.

Ahşap; yatçılığın doğuşundan beri klasik tekne malzemesidir. İşleme kolaylığı, hafifliğinin yanısıra sağlamlığı, soğuğu sıcağı izole edebilmesi, diğer malzemelere oranla yorulmaya karşı mukavemeti,görüntüsü ve sıcaklığı yatçılara hep cazip gelmiştir. Geleneksel usullerle yapılmış tekneler senelik bakım gerektirseler de; modern inşa yöntemleriyle yapılmış ahşap teknelerin bakım ihtiyacı çok azalmıştır. Günümüzde 100 yaşını aşmış ve restorasyon işleminden sonra bu gün eski günlerine oranla çok daha fazla kullanılan ve zorlanan klasik ahşap yarış yatları mevcuttur.

Ahşap tekneler yapım tarzları gereği; tamamen terk edilmedikleri takdirde hakikaten neredeyse sonsuz ömürlü olabilirler. On yıllar içinde bir teknenin güvertesi, kaplamaları, mobilyası, hatta omurgası değişik zamanlarda sırayla yenilenebilir ve tekne diri olarak hep ayakta tutulabilir.Tekne inşasında kullanılan ahşap cinsleriTekne yapımında kullanılacak ahşap cinslerini belirleyen bir kaç ana faktör vardır. Ahşabın ömür özelliği,sağlamlığı, ağırlığı ve rutubet ile hava sıcaklığına göre uzama katsayısı ve çarpılma eğilimi en önemli seçim kriterleridir.

Tekne Yapımında kullanılacak ahşap kurutulmuş olmalı ve yaklaşık % 15’lik bir nem barındırmalıdır.Aynı şekilde tekne kaplamasında kullanılmış ahşap tekne denize indirildikten sonra,bünyesine su çekerse, uzamaya çalışır ve büyük kuvvetler oluşturur. Bu nedenle özellikle karina bölgesinde, uzama katsayısı düşük ahşap cinsleri kullanılmalı ve ahşap su etkisine karşı iyi şekilde korunmuş olmalıdır.İyi bir konstrüksiyonda göz önüne alınması gereken diğer bir ahşap özelliği ise ahşabın en güçlü olduğu halin, elyafları yönünde basınç yüküne maruz kalması durumudur.

Aynı yönde çekme yüklerinde ahşabın mukavemeti yarı yarıya azalır. Elyaf yönüne dik olarak çekme mukavemeti 1/16 değerine, basma mukavemeti ise 1/5 ile 1/10 değerine düşer (elyaf yönünde basma mukavemetine göre).
Ahşap ne kadar dayanıklı ve mukavimse, o derece de ağırdır. Bu nedenle tekne yapımında hava ve deniz şartlarına açık veya yüksek mukavemet değeri gerektiren yapım parçaları başka ağaçlardan, yük ve suya fazla maruz kalmayan kısımlar ise daha hafif ağaçlardan yapılır.

Ahşap Yat Yapımı Anadolu Meslek Lisesi



1997 yılında öğretime açılan Ahşap Yat Yapımı Anadolu Meslek Lisesi, Kurucaşiledeki geleneksel babadan oğula ve göz kararı yapılan mesleği çağdaş bilim ve teknoloji metotları ile daha modern bir yapıya kavuşturmuştur.
Bölümün müfredatı autocad ile yat tasarımı, haftada 24 saat ingilizce öğretimi ve yat projeleri içermektedir.

Bununla birlikte öğrenciler atelye programında yat tasarımının yanında maket gemilerde yapıyor. Öğrencilere çevre tersaneler gezdirilerek iş ortamlarını tanımaları sağlanıyor. Okulumuzda motoryat, pirat, yelkenli ve bot yapılmaktadır. Şimdiye kadar 1 motoryat, 4 pirat, 4 tane de bot yapılmıştır.
Öğrenciler ikinci sınıfın sonunda stajlarını okulun atelyesinde tamamlarlar. Ahşap Yat İnşaa bölümünden mezun olan öğrenciler herhangi bir tersanede iş bulma fırsatına sahiptirler.
Ayrıca mesleğin devamını okumak isteyen öğrenciler, öss'de makul puan olan 190 alarak mobilya ve dekorasyon öğretmenliğini kazanabilmektedir.

20 Ağustos 2007 Pazartesi

MY




Boy : 30 m.
En : 6,60 m.
Draft : 1,60 m.
İnşaa Yılı: 1997

19 Ağustos 2007 Pazar

Balık Yemleri

Boru Kurdu
Kıyıdan ve tekne avında dip balıkları için kullanılan, fakat tazesini (canlı) bulmak kolay olmayan bir yem.
Canlı Balık
Bırakma oltalarında yaygın olarak kullanılan canlı balıklar, avda yapay ve silikon yemler kullanmaktan daha avantajlı ve dikkat çekicidir.
Sinek Larvası
Larva üretimi kolay olup, bir çok balığın avında tatlısu avcılığıda dahil olmak üzere kullanılmaktadır.
Kalamar

Eti değerli olan kalamar balık yemi olarakta kullanılır, bacakları kesilerek iğneye takılır. Çipura, karagöz, mırmır balıkları için uygun yemlerden biridir.
Karides

Ölü veya canlı olarak kullanıldığında çok iyi sonuçlar veren bir yem olan karides, özellikle mercan, çipura, levrek balıklarının avında çok etkilidir.
Madya - (Kabuklu)

Ege bölgesinde sıkça bulunan, ancak pek tercih edilmeyen bir balık yemidir. Madya kabuklu olup, içi deniz salyangozunun büyüğü gibidir.
Mamun
Balıkçılar arasında en popüler yemlerden biridir, genel tüm dip balıklarında etkili olan mamun, aynı zamanda sualtında kıvır kıvır oynaması balıkların dikkatini çeker.
Sardalya
Tuzlanmış olarak muhafaza edilen sardalya, yağı, kokusu ve parlaklığıyla sualtında balıkların o bölgeye toplanmasını sağlar ve çok başarılı bir yemdir. Ayrıca paragat içinde kullanılmaktadır.
Sübye

Mürekkep balığı olarakta bilinen sübye, kokusuz, sert ve iri balıkların avında kullanılmak için elverişlidir.
Sülünes - (Kabuklu)

Sportif balıkçılar tarafından en çok tercih edilen balık yemlerinden biridir, çipura, karagöz, mercan, sargoz, mırmır, levrek gibi balıkların başlıca yemidir.
Şapka - Kaya midyesi

Kaya midyesi ve şapka olarak tanınan bu yem, deniz kıyılarında kayaların üzerinde yaşar ve iri balıkların avında kullanılır, sert bir ete sahip olduğundan ufak balıklar bu yemi yemekte zorlanır.
Teke

Karidesin benzeri olup, daha küçüğüdür. Kıyılarda yosunların, kayaların arasında yaşarlar ve birçok dip balığının avında kullanılır.
Toprak Solucanı

Gübreli toprakta yaşayan toprak solucanları, balık yemi olarak kullanılmakta en uygun yemlerden biridir, canlı olarak kullanılması her balık tarafından çabucak farkedilmesini sağlar.
Uskumru Fileto

Taze uskumru fileto olarak kesilip kullanılmaktadır ve iri balıkların avında yayın olarak kullanılır. Paragat yemi için çok uygundur.
Yengeç

Denizin olduğu heryerde yaşayan yengeç, levrek ve çipura balıkları için vazgeçilmez bir yemdir.

Tek iğneli çipura takımı

Genelde büyük düz sinek iğne yerine son zamanlarda sülük ve sarmısak zokalar kullanılıyor, bu olta ile zokayla av verimi oldukça yüksektir.. olta aynı bir canlı yem takmaya uygun levrek oltasını andırıyor ancak levrekte daha büyük, kalın ve beyaz iğne kullanılıyor. Bu olta ile iri çipuralar, iri karagözler ve mırmır avlanabiliyor oltaya yem olarak bizim en çok kullandığımız canlı mamun, ahtapot bacağı yada kalamar kullanabilirsiniz.

Oltanın kullanımı ise 2 şekildedir; birincisi yukardaki dip oltasında anlattığımız atıp elle balığın vurmasını beklemek yada oltayı denize attıktan sonra biraz denize boşluk bırakıp misinaya ufak bir taş bağlamak ve beklemeye koyulmaktır, taş misinadan atıncaya dek beklenir taş misinadan atarsa balık yakalanmış demektir.

3 iğneli dip oltası

Hem tekne hemde kıyıdan sürekli kullanılan oltalardan biridir, olta dipte çalıştığı için takılma ihtimali herzaman yüksektir özellikle kasnakla avlananlar için bu oran daha da yüksektir, kamışlı oltalarda bu oran en aza inmektedir bu olta ile avlanabilecek balıklar kısaca; çipura, levrek, karagöz, sarpa, ısparoz, mırmır, mercan dır, yem olarak bu oltada sülünes, boru kurdu, mamun, ahtapot bacağı, kalamar, midye, toprak solucanı, salyangoz gibi bir sürü yem kullanabilirsiniz hepsi oltanın amacına uygundur.

Oltanın kullanımı ise kolaydır olta denize atıldıktan sonra beklemeye geçilir ve balığın vurması beklenir, balık yemi kaptığında misinayı elinizle ağır vuruşlarla hisseder ve çekildiğini farkedersiniz bu durumda ufak bir hızlı çekip hamlesiyle iğnenin balığın ağzına saplanmasını sağlayabilirsiniz.

Rafting Sınıflandırmaları


Klas1: Çok basit akıntı. Suda hiçbir çalkalanma yoktur, son derece sakin bir biçimde, köpüklenme yapmadan akar.
Klas2: Basit rapidler. Akıntı azdır. Suyun akışı ve küçük engeller hafif dalgalanmalar oluşturur. Bunlar hiç bir tehlikesi olmayan basit geçişlerdir.
Klas3: Orta zorlukta rapidler. Nehir buralarda, yüksek sayılabilecek dalgalar oluşturur. Dalga boyu bir metreye varır. Rapidin arkası durgun ve görüş alanı içindedir.
Klas4: Zor rapidler. Rapidin başlangıcından bitişini görmek her zaman mümkün olmaz. Akıntı, oldukça büyük ve karışık dalgalar oluşturur. Su altı ve su üstü engelleri bulunur. Emniyet için kıyıda kurtarma ipiyle ekibin olması gerekir.
Klas5: Çok zor rapidler. Su bazen çavlanlar bazen de çok büyük dalgalar oluşturur. Dalga boyu 5 metreye varabilir. Her taraf bembeyaz köpük içindedir. Dar geçişler olabilir. Bu bölgelerden geçiş için çok deneyimli olmak, zor durumlarda neler yapılacağını iyi bilmek gerekir. Emniyet sistemi kurmadan bu sulara girmek son derece risklidir.
Klas6: Geçilemeyecek kadar zor rapidler. Nehir buralarda ya metrelerce yukarıdan dökülür. Ya da art arda bir dolu engele rastlayarak çok türbülanslı ve dalgalı bir bölge oluşturur.

www.geziciyak.com

Rafting


Rafting, raft adı verilen botlarla, debisi yüksek nehirlerde yapılan bir akarsu (nehir) sporudur. Raftingde asıl olan içinde bulunduğunuz raftı devirmeden, kürekle yönlendirerek kayalar ve engeller arasından geçirmektir. Rafting, 6 ile 8 kişilik takımlar halinde yapılır ve başarılı olabilmek tek vücut gibi hareket eden bir takım olabilmekten geçer. Bu sporda akarsular zorluk derecesine göre altı dereceye ayrılırlar. 6. derece en zor parkurları, 1. derece ise en kolay parkurları belirtir.

13. GAP Su Sporları Şöleni Eylül'de

13. GAP Su Sporları Şöleni, bu yıl Eylül ayında yapılacak. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında bulunan 8 ilde gerçekleştirilecek etkinlikler için Eylül ayının ilk haftasında tören düzenleneceği öğrenildi..

Bölge gençlerini sporla tanıştırmak amacıyla 1995 yılından bu yana düzenlenen Atatürk Barajı Su Sporları Şenliği, her yıl giderek artan oranda katılımcının ve izleyicinin ilgisini çekiyor.
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi koordinatörlüğünde Başbakanlık GAP İdaresi, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) ve Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü (GSGM) ile Şanlıurfa ve Adıyaman valiliklerinin tarafından gerçekleştirilen Atatürk Barajı Su Sporları Şenliği'nde su kayağı, kürek-kano, sualtı sporları, yüzme, yelken gibi birçok alanda yarışmalar düzenleniyor.
Yarışmalara Türk sporcularının yanı sıra Romanya, Bulgaristan ve İsrail'den de sporcuların katılması bekleniyor.

Çağla Kubat 4. oldu

Dünya Slalom Windsurf Kupası’nın 6. ayağı sonunda, erkekler kategorisinde Fransız Antoine Albeau, bayanlarda ise yine Fransız Valerie Ghibaudo birinci olurken, 7. yarış öncesinde bu iki sporcu dünya şampiyonluklarını da ilan etti. Şampiyonada Türkiye’yi temsil eden sporculardan Çağla Kubat 4. olurken, Bora Kozanoğlu 18. ve Enes Yılmazer de 19. sırada yer aldı.

18 Ağustos 2007 Cumartesi

Mermaids


A marine creature with the head and upper body of a beautiful young maiden and with the lower body of a fish. She can be found in seas and lakes, or lying on a rock and combing her hair with one hand while holding a mirror in the other. Mermaids sometimes foretell the future and are often accompanied by seals.
According to myth, they lure sailors by singing and with lovely music. They live in a kingdom on the bottom of the sea, and it is here they take their prisoners to. From this story, the fear amongst the sailor grew and they thought that seeing a mermaid would cause bad luck: it could predict death by drowning.
The belief in mermaids is not limited to a few countries, but there are tales from all over the world (in India, for instance, there are the Apsara, beautiful water nymphs). However, most of those tales were told by sailors who "saw" them on their long journeys. The idea of mermaids and mermen, the male equivalent, could be based on creatures from Greek and Babylonian mythology:
Sirens and Tritons of the Greeks, and the fish gods, who were half human and half fish, from the Babylonians.

Avlanması Yasak Olan Türler


Abramoviç Tuzla’ya yat siparişi verdi

DÜNYANIN en zengin işadamları arasında bulunan Roman Abramoviç, Türkiye’den 250 bin euro değerinde bir yat alıyor.
Tuzla’da bulunan Ada Boat Yard adlı tersaneye broker’ları aracılığıyla sipariş veren Abromoviç’in yatı, ABD’deki bir fuar ziyareti sırasında gördüğü ve almak istediği öğrenildi. Firmanın sahibi Murat Bilican, ünlü işadamının yatı, Chelsea Harbour’daki evinin önünde ulaşım amaçlı kullanacağını söyledi.

Bilican, teknenin yapımına başladıklarını da belirterek, “1920’lerin klasik bir modeli olan yat el yapımıdır. Altı fiberglas, üst binası ise maunsipo ağacındandır. 240 beygirlik makinesi İngiltere’den özel olarak getirilecek. İç dizaynı limuzine benzetilebilir. Kabinsizdir.
Ayrıca teknenin manevra kabiliyeti yapması için baş pervane de konulacak. Bu oldukça maliyetli ve tüm teknelerde kullanmadığımız bir özelliktir” diyerek özelliklerini de anlattı.
Özel yapım yat, Abromoviç’e yıl sonunda teslim edilecek.

BOĞAZ’DA YOĞUN ÖNLEM
Öte yandan önceki akşam ‘Le Grand Bleu’ isimli 112 metrelik dev yatı ile İstanbul’a gelen Abramoviç’in Türkiye gezisi sürüyor. Abramoviç’in yatı dün Çırağan Sarayı önünde demirli kaldı. Lüks yatta kalan erkeklerden oluşan bir grup dün yanaşan tekneye binerek açıldı.
Çırağan Sarayı’ndan Rus işadamı Roman Abramoviç’íin lüks yatı için herhangi bir talepte bulunulmadığı öğrenildi. Boğaz’daki güvenlik önlemleri ise artırılarak yata kimse yanaştırılmadı.

Scuba Diving


Scuba diving is swimming underwater while using self-contained breathing equipment.

By carrying a source of compressed air, the scuba diver is able to stay underwater longer than with the simple breath-holding techniques used in Snorkeling and Free-diving, and is not hindered by air-lines to a remote air source.
The scuba diver typically swims underwater by using fins attached to the feet. However, some divers also move around with the assistance of a DPV (Diver Propulsion Vehicle), commonly referred to as a "scooter", or by using surface-tethered devices called sleds, which are pulled by a boat.

The term SCUBA arose during World War II and originally referred to USA combat frogmen's oxygen rebreathers, developed by Dr. Christian Lambertsen for underwater warfare.
Today, scuba typically usually refers to the in-line open-circuit equipment, developed by Emile Gagnan and Jacques-Yves Cousteau, in which compressed gas (usually air) is inhaled from a tank and then exhaled into the water. However, rebreathers (both semi-closed circuit and closed circuit) are also self-contained systems (as opposed to surface-supplied systems) and are therefore classified as scuba.

Although the word '
SCUBA' is an acronym for "Self Contained Underwater Breathing Apparatus", it has also become acceptable to refer to scuba as 'scuba equipment' or 'scuba apparatus'—an example of the linguistic RAS syndrome.

Teknede Yaşam

Tekne misafirlerine yönelik tavsiyeler:

Can yelekleri yatağınızın altındadır.
Bilmediğiniz hiç bir düğmeye asla basmayınız. Vana yada hortumun yönünü yada yerini asla değiştirmeyiniz. Hissettiğiniz veya gördüğünüz bir aksilik olursa müdahele etmeyiniz derhal gemiciye yada kaptana haber veriniz.
Tuvaletlere asla tuvalet kağıdı – saç – çöp – izmarit – vs atmayınız. Denizde arızalanmış çalışmayan bir tuvaletten daha sıkıcı bir şey olamaz.
Eğer bünyeniz denize hassas ve rahatsızlık hissediyorsanız; gemiciye veya kaptana başvurunuz.
Yangın riski ve duman alarmları açısından odalarda kesinlikle sigara içmeyiniz. + bardakları altlıksız kullanmamaya lütfen özen gösteriniz.
Siz odanızda yok iken asla fişe takılı elektrikli cihaz bırakmayınız.

Seyir halinde: tatlı su ve elektrik kullanımına lütfen özen gösteriniz.
Teknede kullanım alanları kısıtlıdır; eşyalarınızı özellikle kırılabilecek olanları dalgada düşüp kırılmayacak şekilde yerleştiriniz. Boş çantalarınıza yer için gemiciye danışınız.
Teknede asla ayakkabı kullanmayınız. Tekne temizliğinde kullanılan kimyasalların cildinize zarar verme ihtimali ve ahşap malzemenin hassaslığı nedenleriyle yalın ayak basmaktansa havlu çorapla dolaşmaya özen gösteriniz.
Odanızdaki kapıların kilitlerinin takılı olmasına özen gösteriniz. Dalgalı havalarda başıboş bırakılan kapılar şiddetle çarparlar ve ciddi yaralanmalara sebep olabilirler.
Odanızdaki lumbuzları açık unutmamaya özen gösteriniz, özellikle seyir halinde ve tekne yıkanırken kapatılmış olduklarından emin olunuz.
Güverte özellikle ıslakken polyester yüzeyler son derece kaygandır ciddi yaralanmalara sebep olabilir.
Denizde yaşam tam anlamıyla kollektiftir. Kaptan teknedeki rahatınız ve güvenliğinizden % 100 sorumlu olan kişidir direktiflerini lütfen dikkate alınız.

www.pressaquateam.com

Rüzgar Sörfü Nerelerde Yapılır


Üç tarafı denizlerlerle çevrili olan ülkemizde rüzgar sörfü yapmak için ideal sahillerimiz bulunmaktadır.

Kuzey Sahilleri
Mimarsinan: İstanbul’da olup da güneylere inemeyen rüzgar sörfü meraklıları için 6-7 sene önce keşfedilen, Büyükçekçece gölü kıyısında bir mekan. Temmuz’dan Ekim’e kadar rüzgar uygun. Kendinize ait malzemeniz yoksa buradan temin etmeniz biraz zor.
Saros: Haziran’dan Eylül’e kadar Saros körfezinin birçok noktasında rüzgar sörfü yapılabiliyor, özellikle de Gelibolu’ya 12 kilometre uzaklıktaki Güneyli köyü epey bilinen bir sörf alanı. Bu bölgede de malzeme temin etmeniz zor olabilir.
Gümüşdere: İstanbul’a bir saat uzaklıkta, Karadeniz kıyısındaki Gümüşdere plajı İstanbul’un meşhur rüzgarlarıyla sörf için ideal bir alan oluşturuyor. Yine bu sahilde yer alan Boğaziçi Üniversitesi Mezunları Derneği’nin BurcBeach isimli plajında malzeme temin edebilirsiniz.
Tuzla: Nisan’dan Kasım’a kadar elverişli rüzgarlar esen fakat en elverişli rüzgarın Haziran-Temmuz aylarında yakalanabildiği bir rüzgar sörfü alanı. Yeni başlayanlar için ideal. Mercan sahilinde iki yıldır hizmet veren Mercan Sörf Kulübü’nde eğitim almak mümkün.
Güney Sahilleri
Alaçatı: Çeşme merkeze yaklaşık karayoluyla yaklaşık 10 dakika uzaklıkta olan Alaçatı plajı yalnızca Türkiye’nin değil dünyanın da en iyi rüzgar sörfü alanlarından biri. Sörf için müthiş elverişli rüzgarı olan bu plajın uzun bir mesafe boyunca derinleşmemesi yüzme bilmeyenlerin bile sörf yapabilmesine olanak sağlıyor. Plajdaki tesislerden malzeme temin edebiliyor, özel ders alabiliyorsunuz.
Ilıca: İncecik kumu, uzun bir mesafe boyunca derinleşmeyen doğal termal suyu ve elverişli rüzgarlarıyla Çeşme’nin bu plajı da bir sörf cenneti; özellikle yeni başlayanlar için.
Pırlanta: Çiflikköy’de bulunan Pırlanta Koyu, Sakız Adası’nın tam karşısında yer alıyor. İyi rüzgar alan sert dalgaları nedeniyle sörfçüler tarafından tercih ediliyor fakat yeni başlayanları zorlayabilecek bir alan.
Akyarlar: Bu bölgenin popülaritesi yeni açılan windsurf okulu sayesinde son yıllarda oldukça arttı, yine de Alaçatı kadar kalabalık olduğunu söylemek zor. Rüzgar burada da oldukça elverişli ancak bu bölge yeni başlayanlar için derinliği sebebiyle çok uygun değil.
Bitez: Bodruım’un bir başka rüzgar sörfü merkezi. Bodrum merkeze oldukça yakın. Farklı işletmelerin açtığı tesislerden yılın her dönemi malzeme temin etmek mümkün.
Datça: Özellikle Temmuz ve Ağustos aylarında kuvvetli rüzgarlar esen bu bölge Marmaris’ten 70 km uzaklıkta. Rüzgarlar çok şiddetli olabildiğinden yeni başlayanları zorlayabilir.

17 Ağustos 2007 Cuma

M.A.T. 12


IRC 12.45 m yarış/gezi yelkenlisi
Ana fikir M.A.T. 12 yarış ekibinin ödül sahnesinden hiç inmemesi.


Konsept
Optimum IRC handikap / performans yarış teknesi tasarımı
Çift kişilik üç kabinde altı kişinin yolculuk/gezi yapabilmesi için gerekli konfor donanımı
İleri teknoloji vinilester/e-glass gövde ve güverte ile hafif, sağlam ve uzun ömürlü yapı

Tüm iç yerleşimde beyaz jelkotlu kompozit bölme duvarları ve mobilya üniteleri
Khaya zemin kaplamaları, dolap kapakları ve kapılar ve diğer ahşap parçalar ağırlık programına uyabilmek için polipropilen bal peteği çekirdekli olarak üretildi.
Modern ve şık görünümlü, bakımı kolay, aydınlık iç atmosfer.
Gerektiğinde tüm ekibin yatabilmesi için ranzaya dönüşebilen koltuklar.

Gövde ve güverte pvc köpük çekirdekli vinilester/e-glass
Strüktürel bölmeler, yardımcı bölmeler ve diğer tüm iç yapı pvc köpük çekirdekli vinilester/e-glass
Beyaz renkli izoftalik NPG akrilik esaslı jelkot
Multiaxial strüktürel cam elyafları
Güvertede kalıptan çıkan kaymaz doku
Tasarım
Mills Yacht Design, Mark Mills

KÜREK ÇEKME SPORU


Kürek, insan vücudunun sınırlarını zorlayan bir dayanıklılık sporudur. Buz hokeyinden sonra yapılması en zor spor olarak da biliniyor.
Sanıldığının tersine yalnızca kol gücüne dayanmıyor. Hatta % 60-70 bacak gücüne % 30-40 oranında da kol gücüne dayanıyor denebilir.
Bacak gücünün önemi, tekne içinde kürekçinin raylar üzerinde hareketli olan bir oturağa oturması ve geriye doğru kendini iterken de bacaklarından güç almasından dolayıdır.
Bacak gücü ve kol gücünden sonra, omuz gücü de önemlidir.
İlk olarak spor değil de daha çok gemilerin hareket ettirilmesi amacıyla kullanılıyordu. Buradaki kürekçilerse kölelerdi.
Spor olarak yapılmaya başlandıktan sonra ilk resmi kürek yarışı, 1829'da İngiltere' de Oxford ve Cambridge üniversiteleri arasında yapıldı.
Olimpiyatlara ise 1900 yılında girdi.

Deniz Kazalarının Ana Sebepleri

1. Kötü Doğa Şartları
• Meteorolojik durum (Sis, tipi, rüzgar)
• Hidrografık durum (Akıntı, Orkoz, Anafor)

2. İnsan Hataları
• Bilgi ve beceri noksanlığı
• Denizde Çatışmayı Ödeme Tüzüğüne Uymama
• Kaptan-Serdümen iletişimsizliği
• Haritaların kullanılmaması
• Seyir kurallarına uymama

3. Seyir Yardımcılarının Eksikliği
• Radar, plotlama ve DGPS sistemi yetersizliği
• Kılavuz hizmetleri eksikliği
• Fener ve Racon eksikliği

4. Teknik Hatalar
• Düşük kondisyonlu gemiler
• Bakımsız seyir ve Dümen donanımı
• Yalancı radar ekoları

5. Morfolojik ve Topografık Yapı
• Kıyıya yakın seyir
• Sığ su durumları (Banklar, Kayalık ve sığlıklar, sığ sudan kaçınma manevraları)

Bunların yanı sıra doğal afetler sonucunda deniz kazaları meydana gelmektedir. (Deprem v.b.)

Mustafa Bebek
Çevre Bakanlığı
Çevre Kirliliğini Önleme ve Kontrol Genel Müdürlüğü

STCW KURSU YENİDEN


16 Ağustos 2007 Perşembe

Yunus Balığı


Günümüzde yunusların balık olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Çünkü yunusların yapıları, sucul yaşama uyum sağlayarak vücudun balık şeklini almasına neden olmuş ve yunuslar diğer memelilerden oldukça uzaklaşmışlar.


Yunuslar MÖ 400 yıllarında ilk kez Aristoteles tarafından balık olarak tanımlanmışlar ve bu yanılgı onların kedi, koyun ya da inek gibi bir memeli olduğu anlaşılıncaya kadar sürmüş.


Yunuslar tıpkı balinalar, foklar, morslar, deniz aslanları gibi birer deniz memelisi. Zaten balinalarla da yakın akrabalar ve bu yakın akrabalarıyla birlikte memelilerin Cetacea (Balinalar + Yunuslar) takımında yer alıyorlar. Bu takıma ait olan ve gerçek yunuslar olarak bilinen Delphinidae familyasına ait birçok yunus türü var. Ama hemen tüm denizlerde yaşayan ve Türkiye denizlerinde de en yaygın olan tür, Delphinus delphis.


Bu türe "Tırtak" adı da veriliyor.Yunuslar deniz memelisi oldukları için karasal memelilerden pek çok farklılıklar gösteriyorlar. Örneğin üyeleri çok farklılaşmış. Ön üyelerinde üst ve ön kol körelmiş. Yani göğüslerindeki yüzgeçleri, aslında yunusların elleri ve bu yüzgeçlerdeki 5 ışın da parmakları. Arka üyeleriyse kalça kemeri dışında tümüyle körelmiş.


Derileri diğer pek çok memeliden farklı olarak kılsız ve pürüzsüz. Bunun yerine ısı yalıtımını sağlamak için derilerinin altında kalın bir yağ tabakası görülüyor.Yine diğer memelilerden farklı olarak gözleri vücutlarına oranla çok küçük. Kulak açıklığı gözlerle göğüs yüzgeci arasında bulunuyor ve kulak kepçeleri yok; ancak, işitme duyuları gelişmiş. Yönlerini ultrasonik dalgaların yansımasıyla buluyorlar. Tek bir burun delikleri var ve bu da başlarının üzerinde bulunuyor. Tıpkı balinalar gibi soluk verirken bu deliklerden su fışkırtıyorlar. Yavrularını suyun içinde doğuruyor ve suyun içinde emziriyorlar.


Karasal memelilerden farklı olarak yunuslarda ter atmayı sağlayacak ter bezleri ya da su kuşları ve kemikli balıklarda görülen tuz bezleri yok. Besin ve suyla vücuda giren fazla tuz yalnızca böbreklerle dışarı atılabiliyor. Bu nedenle böbrekleri karasal memelilere göre daha büyük ve gelişmiş.Tırtaklar diğer yunus türlerine göre küçük boylular ve uzunlukları yaklaşık 1,7-2,6 m.; ağırlıkları 70-135 kg. arasında. Çeneleri, öne doğru kuşların gagasına benzer şekilde uzamış ve herbir çenede konik yapıda 80-120 küçük dişçik var. Dışarıdan belirgin bir boyun kısımları yok. Sırt kısımları genellikle koyu siyah, kahverengi ya da gri; karın kısmı beyaz. Gözlerinin çevresi açık renkli. Yan taraflarında gözden kuyruğa kadar uzanan sarımsı kahverengi "°°" şeklinde bir desen var. Sırtlarında bağ dokudan oluşmuş sırt yüzgeçleri de büyük ve belirgin.Yüzey ısısı 10 0C'nin üzerinde olan suları tercih ediyorlar ve bu nedenle özellikle tropik ve subtropik denizlerde yaygınlar.



Çok hareketli olan yunuslar, memeliler içinde en iyi yüzen ve dalan hayvanlar. Yüzmelerinde en etkili yapıları da kuyruk yüzgeçleri. Kuyruk yüzgeçleri balıkların tersine, yatay konumlu ve bu yüzgeçlerini seri bir biçimde aşağı-yukarı hareket ettirerek hızlı yüzebiliyorlar. Yüzerken hızları saatte 35 km'ye ulaşıyor.


Çok sosyal hayvanlar oldukları için genellikle 10-500 bireyden oluşan gruplar halinde eşgüdümlü olarak yüzüyorlar. Bunun yanısıra 2000'den daha fazla bireye sahip gruplar da görülebiliyor.Yunuslar insana en yakın hayvan gruplarından biri. Oyun oynamayı çok sevdikleri için ağızları ve yüzgeçleriyle numaralar yapmayı, grup halinde yüzerken aynı anda su dışına sıçramayı, gemilerin çevresinde dönüp onlara eşlik ederek yüzmeyi çok seviyorlar. İnsanlara olan yakınlıkları nedeniyle özel olarak yapılmış büyük havuzlarda rahatlıkla beslenebiliyorlar. Bu havuzlara "delfinaryum" adı veriliyor.


Delfinaryumlarda, vücutları tamamen su dışında kalacak şekilde sudan dışarı sıçrayıp tekrar dalmak, bazen tüm vücutlarıyla su dışına çıkıp takla ve parende atmak ve akrobatik hareketler yapmak en sevdikleri oyunlar. Yine özellikle havuzlarda suyun yüzeyinde, yalnızca kuyrukları suyun içinde kalacak şekilde dik durup geri geri yüzmeyi de çok seviyorlar.Yunuslar dünyanın en zeki hayvanlarından biri. Zekalarının akıllı bir köpeğinkine eşit olduğu düşünülüyor. Bu nedenle çok çabuk öğreniyorlar. Hem bu zekaları hem de insanlara karşı olan dostça davranışları nedeniyle eski Yunan'dan bu yana efsane ve öykülere konu olmuşlar.


Örneğin yunusların deniz kazalarında insanları kurtardığına ilişkin bir inanış var. Ama bugüne kadar bir deniz kazasında yunuslar tarafından kurtarıldığını ileri süren hiç kimse çıkmamış. Yunusların suyun yüzünde duran bir cismi burunlarıyla itme ve eğer yakındaysa kıyıya atma gibi bir dürtüleri var. Belki bu inanışın ortaya çıkmasında bu özelliklerinin rolü de olabilir. Bu inanış doğru olsun ya da olmasın, yunusların insanların en iyi dostlarından biri olduğu kesin. Diğer bir yanlış inanış, yunusların tıpkı insanlar gibi anne, baba ve çocuklardan oluşan bir aile kurdukları yolunda. Oysa yukarıda da söylendiği gibi büyük gruplar oluşturuyorlar.



Bunun yanında Rusya ve bazı Avrupa ülkelerinde sinir sistemi rahatsızlığı bulunan çocukların tedavisinde yunuslardan yararlanılıyor. Bilimsel bir kanıtı olmamakla birlikte, delfinaryumlarda yunuslarla bir araya gelip oynayan bu çocuklarda iyileşmeler görülebiliyor.


Islığa benzer, çok güçlü sesler çıkartıyorlar ve sesleri teknelerin çevresinde dolaşırlarken suyun dışındakiler tarafından duyulabiliyor. Bu sesler bazen şarkı söyler gibi melodik oluyor. Önceleri bu seslerin çok karmaşık olduğu ve yunusların, kendi aralarında neredeyse insanlar gibi bir iletişim sistemi kurdukları sanılmış. Ama yapılan incelemeler bunların oldukça basit sesler olduğunu ortaya koymuş. Özellikle yaralandıkları ve yavrularını kaybettikleri zaman bu sesler daha da güçlü oluyor.



Küçük balıklar ve mürekkepbalığı gibi küçük omurgasızlar, en severek yedikleri besinler. Yüzeye yakın yaşıyorlar, ancak bunun yanında 300 m kadar derine dalabiliyorlar. Yalnızca üreme zamanında eş tutuyorlar. Bunun dışındaki zamanlardaysa ayrılar.


Çiftleşme dönemleri genellikle ilkbahar ve sonbahar ayları. Eş yunuslar yüzerken yanyana geliyorlar ve kuyruklarını birbirlerine yaklaştırarak çiftleşiyorlar. Gebelikleri 10-12 ay kadar sürüyor ve genellikle 1 ya da 2 yavru doğuruyorlar. Doğum sırasında önce yavrunun kuyruğu dışarı çıkıyor. Doğan yavrular hemen yüzmeye başlıyor ve annelerini izliyorlar. 19 ay kadar süt emen yavru yunus 15-16 ay sonra da erginleşiyor. Memeler karında, eşey açıklığı bölgesinde yer alıyor. Sütleri yağ, protein ve vitamin bakımından oldukça zengin olduğu için yavrular çok hızlı gelişiyorlar.


Yaşam süreleri 30 yıl kadar.Yunuslar özellikle Japonya, Güney Amerika ve Azorlar'da balıkçıların hedefi. Bunun yanısıra Pasifik, Akdeniz, Batı Afrika ve Yeni Zelanda denizlerinde ağlara takılarak yanlışlıkla avlanabiliyorlar. Türkiye denizlerinde de çok bulunan bu türe ait hayvanların sayısı, özellikle Karadeniz'de bir dönem çok fazla avlanma nedeniyle azalmış.


1971 yılında Türkiye'de 88.000 kadar yunusun öldürüldüğü kayıtlı. Bu nedenle, sayılarının giderek azaldığı bilinen bu sevimli memelilerin avlanmalarının kesin olarak önlenmesi ve mevcut populasyonların yoğunluklarının sürekli denetlenmesi öneriliyor.

15 Ağustos 2007 Çarşamba

The Mermaid of Zennor

The village of Zennor lies upon the windward coast of Cornwall. The houses cling to the hillside as if hung there by the wind. Waves still lick the ledges in the coves, and a few fishermen still set out to sea in their boats.
In times past, the sea was both the beginning and the end for the folk of Zennor. It gave them fish for food and fish for sale, and made a wavy road to row from town to town. Hours were reckoned not by clocks but by the ebb and flow of the tide, and months and years ticked off by the herring runs. The sea took from them, too, and often wild, sudden storms would rise. Then fish and fisherman alike would be lost to an angry sea.
At the end of a good day, when the sea was calm and each boat had returned with its share of fish safely stowed in the hold, the people of Zennor would go up the path to the old church and give thanks. They would pray for a fine catch on the morrow, too. The choir would sing, and after the closing hymn the families would go.
Now, in the choir that sang at Evensong there was a most handsome lad named Mathew Trewella. Not only was Mathew handsome to the eyes, his singing was sweet to the ears as well. His voice pealed out louder than the church bells, and each note rang clear and true. It was always Mathew who sang the closing hymn.
Early one evening, when all the fishing boats bobbed at anchor, and all the fisher families were in church and all the birds at nest, and even the waves rested themselves and came quietly to shore, something moved softly in the twilight. The waves parted without a sound, and, from deep beneath them, some creature rose and climbed out onto a rock, there in the cove of Zennor. It was both a sea creature and a she-creature. For, though it seemed to be a girl, where the girl's legs should have been was the long and silver-shiny tail of a fish. It was a mermaid, one of the daughters of Llyr, king of the ocean, and her name was Morveren.
Morveren sat upon the rock and looked at herself in the quiet water, and then combed all the little crabs and seashells from her long, long hair. As she combed, she listened to the murmur of the waves and wind. And borne on the wind was Mathew's singing.
"What breeze is there that blows such a song?" wondered Morveren. But then the wind died, and Mathew's song with it. The sun disappeared, and Morveren slipped back beneath the water to her home.
The next evening she came again. But not to the rock. This time she swam closer to shore, the better to hear. And once more Mathew's voice carried out to sea, and Morveren listened.
"What bird sings so sweet?" she asked, and she looked all about. But darkness had come, and her eyes saw only shadows.
The next day Morveren came even earlier, and boldly. She floated right up by the fishermen's boats. And when she heard Mathew's voice, she called, "What reed is there that pipes such music?"
There was no answer save the swishing of the water round the skiffs.
Morveren would and must know more about the singing. So she pulled herself up on the shore itself. From there she could see the church and hear the music pouring from its open doors. Nothing would do then but she must peek in and learn for herself who sang so sweetly.
Still, she did not go at once. For, looking behind her, she saw that the tide had begun to ebb and the water pull back from the shore. And she knew that she must go back, too, or be left stranded on the sand like a fish out of water.
So she dived down beneath the waves, down to the dark sea cave where she lived with her father the king. And there she told Llyr what she had heard.
Llyr was so old he appeared to be carved of driftwood, and his hair floated out tangled and green, like seaweed. At Morveren's words, he shook that massive head from side to side.
"To hear is enough, my child. To see is too much."
"I must go, Father," she pleaded, "for the music is magic."
"Nay," he answered. "The music is man-made, and it comes from a man's mouth. We people of the sea do not walk on the land of men."
A tear, larger than an ocean pearl, fell from Morveren's eye. "Then surely I may die from the wanting down here."
Llyr sighed, and his sigh was like the rumbling of giant waves upon the rocks; for a mermaid to cry was a thing unheard of and it troubled the old sea king greatly.
"Go, then," he said at last, "but go with care. Cover your tail with a dress, such as their women wear. Go quietly, and make sure that none shall see you. And return by high tide, or you may not return at all."
"I shall take care, Father!" cried Morveren, excited. "No one shall snare me like a herring!"
Llyr gave her a beautiful dress crusted with pearls and sea jade and coral and other ocean jewels. It covered her tail, and she covered her shining hair with a net, and so disguised she set out for the church and the land of men.
Slippery scales and fish's tail are not made for walking, and it was difficult for Morveren to get up the path to the church. Nor was she used to the dress of an earth woman dragging behind. But get there she did, pulling herself forward by grasping on the trees, until she was at the very door of the church. She was just in time for the closing hymn. Some folks were looking down at their hymnbooks and some up at the choir, so, since none had eyes in the backs of their heads, they did not see Morveren. But she saw them, and Mathew as well. He was as handsome as an angel, and when he sang it was like a harp from heaven -- although Morveren, of course, being a mermaid, knew nothing of either.
So each night thereafter, Morveren would dress and come up to the church, to look and to listen, staying but a few minutes and always leaving before the last note faded and in time to catch the swell of high tide. And night by night, month by month, Mathew grew taller and his voice grew deeper and stronger (though Morveren neither grew nor changed, for that is the way of mermaids). And so it went for most of a year, until the evening when Morveren lingered longer than usual. She had heard Mathew sing one verse, and then another, and begin a third. Each refrain was lovelier than the one before, and Morveren caught her breath in a sigh.
It was just a little sigh, softer than the whisper of a wave. But it was enough for Mathew to hear, and he looked to the back of the church and saw the mermaid. Morveren's eyes were shining, and the net had slipped from her head and her hair was wet and gleaming, too. Mathew stopped his singing. He was struck silent by the look of her -- and by his love for her. For these things will happen.
Morveren was frightened. Mathew had seen her, and her father had warned that none must look at her. Besides, the church was warm and dry, and merpeople must be cool and wet. Morveren felt herself shrivelling, and turned in haste from the door.
"Stop!" cried Mathew boldly. "Wait!" And he ran down the aisle of the church and out the door after her.
Then all the people turned, startled, and their hymn-books fell from their laps.
Morveren tripped, tangled in her dress, and would have fallen had not Mathew reached her side and caught her.
"Stay!" he begged. "Whoever ye be, do not leave!"
Tears, real tears, as salty as the sea itself, rolled down Morveren's cheeks.
"I cannot stay. I am a sea creature, and must go back where I belong."
Mathew stared at her and saw the tip of her fish tail poking out from beneath the dress. But that mattered not at all to him.
"Then I will go with ye. For with ye is where I belong."
He picked Morveren up, and she threw her arms about his neck. He hurried down the path with her, toward the ocean's edge.
And all the people from the church saw this.
"Mathew, stop!" they shouted. "Hold back!"
"No! No, Mathew!" cried that boy's mother.
But Mathew was bewitched with love for the mermaid, and ran the faster with her toward the sea.
Then the fishermen of Zennor gave chase, and all others, too, even Mathew's mother. But Mathew was quick and strong and outdistanced them. And Morveren was quick and clever. She tore the pearls and coral from her dress and flung them on the path. The fishermen were greedy, even as men are now, and stopped in their chase to pick up the gems. Only Mathew's mother still ran after them.
The tide was going out. Great rocks thrust up from the dark water. Already it was too shallow for Morveren to swim. But Mathew plunged ahead into the water, stumbling in to his knees. Quickly his mother caught hold of his fisherman's jersey. Still Mathew pushed on, until the sea rose to his waist, and then his shoulders. Then the waters closed over Morveren and Mathew, and his mother was left with only a bit of yarn in her hand, like a fishing line with nothing on it.
Never again were Mathew and Morveren seen by the people of Zennor. They had gone to live in the land of Llyr, in golden sand castles built far below the waters in a blue-green world.
But the people of Zennor heard Mathew. For he sang to Morveren both day and night, love songs and lullabies. Nor did he sing for her ears only. Mathew learned songs that told of the sea as well. His voice rose up soft and high if the day was to be fair, deep and low if Llyr was going to make the waters boil. From his songs, the fishermen of Zennor knew when it was safe to put to sea, and when it was wise to anchor snug at home.
There are some still who find meanings in the voices of the waves and understand the whispers of the winds. These are the ones who say Mathew sings yet, to them that will listen.